Dilbilim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dilbilim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2007-12-03

Elmalı Tatlı

Komposto kelimesini kullanmamak için, 'elmalı tatlı' dedim aklımdaki şeye... Aklımdaki şey çoçukluğumdan kalma ve senelerdir yemediğim birşey... Küçükken annemin yaptığı şeyleri kimsenin yapamayacağına inanıyordum. Hatta başka insanların tarif ve malzeme ile başka yerlerde aynı kokuları ve tatları yaratabilmesi beni şaşırtmıştı... Sanki annemin otoritesi ve haşmetliliği gölgelenmişti, hatta bazı erkeklerin gerçek konusunda görecelilikten korktukları gibi, göreceli bir hale gelmiş oluyordu annemin yetisi...Bu benim hoşuma gitmediği gibi, bunun olabilirliği beni şaşırtmıştı. O zamanlar çocuktum. Çok uzun bir süre yemek işi ile hiç ilgilenmediğim için, (ki şimdi bunu bir hata olarak görüyorum.) yemek olayına yabancı kaldım... Küçükken tat ve koku veren şeylerle, soyut şeyleri birbirlerinden tamamen ayırırdım.
Soyut şeyler daha çok ilgimi çekerlerdi. Uzun süre yemek yemeyi sevmedim ve bir dert olarak gördüm, sonra ama nasıl oldu da, yüzde yüz denebilecek bir değişiklik gösterdim, ben de hala anlayabilmiş değilim...:-)
Sanırım soyut şeylerle, maddi şeyleri biraraya getirmek hafzılamda çok uzun sürdü.
İnsanın ruh halinin basit şeylerle değişebileceğini sanki kabul etmek istemeyen, yemekten bahsedilmesini pek uygun görmeyen bir terbiyem vardı sanki...
Halbuki sebzeler, meyveler ve elimizle pişirdiğimiz şeyler kimyanın, belki de büyünün ta kendisi... :-)
Akılcılık zannettiğim şeyi o kadar üstün görüyordum ki, nedense bütün doğanın başlı başına bir kimya fabrikasını görmezden gelebiliyor, Batı nın hammadde kıtlığından son birkaç yüzyılda geliştirdiği uyduruk şeyleri, mesela ilaç sanayii gibi :-), yediğimiz, içtiğimiz şeylerden daha üstün görebiliyordum...
Evet, konuyu aşırdım, taşırdım yine ama konuların zaten kategorilere ayrılmasına şaşmamak elde değil aslında... Şu andaki düşünce şeklimiz asırlar boyu sürdürülen bazı eğitim kuralları ile bu hale getirildi. 'Dünyanın' kategorileri dilin kategorileri değil. Foucault okurken canım Ortaçağa gitmek istedi, belki de elmalı tatlı isteği de, bununla ilgilidir :-) Ortaçağ da insan, kokular ve maddeler apayrı bir bütünlük içerisinde görülüyordu...
Aslında Foucault okurken bence sorulması gereken soru şu: Batı ne zamandan itibaren, evrende kendine uygun bir yer aramaktansa, kendi kendine tapmayı seçti ? Hangi narsist yıkımlar Batı yı dünyanın en narsist kültürü haline getirdi ? Otarki (Autarkie) ideali aslında hangi yetersizliklerin giderilmesi isteği ve ihtiyacı üzerine kurulmuştu ? Yetersiz olmayan yoktur aslında... Hepimiz doğada bir asalağız (=parasit) aslında, Michel Serre in dediği gibi...

Baharat ve yiyecekler bu isteklerden bir tanesi idi... (Bu yüzden bu kadar büyük bir aroma, esans, parfüm endüstrisi var aslında) Şimdi bize önemli gelmiyor birçok şey, çünkü bambaşka bir çağda yaşıyoruz.
Yani Batı Ortaçağ dan beri linear bir şekilde gelişip, sonsuz mutluluğa giden yolda bulunmuyor saf bir pozitivizmin ele aldığı gibi... Bir kere linearite kesinlikle sorgulanması gereken bir kavram.
Elma Tatlısı öteki konulardan soyutlandığında sadece Elma Tatlısı olabilir, ama aslında hiçbir şey bizim algıyı soyutlama kurallarımıza uymak zorunda değil.
Hala Elmalı Tatlı ya gelemedim...

Sanki Elmalı Tatlı da söylemek istediğim ama söyleyemediğim birşey var...

Biz yine de not alalım...

Elmalar bölünmeden ve kesilmeden haşlanacak, sonra çekirdek kısımları çıkartılacak ve kaymak doldurulacak. (Kaymak olmayan yerlerde yaşayanlar krema da kullanabilirler.) Nane yaprağı ile süslenebilir. Tabii ki şeker ve karanfil katılacak haşlarken. Limon suyu biraz. Sonra tarçın.

2007-06-14

Ockham 1288 - 1348

Ockham 14.yüzyıl filozoflarndan ve dinin bütün baskısına ve kendi dindarlığına rağmen inanç ve bilgiyi ayırmaya çalışan insanlardan. İkisinin de hayrı için muhtemelen..
Benim için önemli olan tarafı nominalizmin öncüsü olması ve düşünme sanatını dinin baskısından yavaş yavaş kurtarmaya çalışması...
Bu dinin 'per se' kötü ve geri birşey olduğunu göstermez, yani pozitivizm saçmalığına girmek de yanlıştır. Çünkü bilgi, bilim 'linear' ilerlemez.
Maalesef insanlar duygusal ihtiyaçları ile bilimi birbirlerine karıştırıyorlar... Dinde duygusal tatmin arayan çoktur ve bu doğaldır. Ama düşüncenin bütün bunlarla ilgisi yok. Yani pozitivizm de tamamen dinin strukturları üzerine kurulmuştur. Aklı karışmış tektanrılı çocuğa (ki bu standard değil sadece evolusyonda bir tuhaflıktır) veya ruhsal dengesi bozulmuş 19.yy burjuva erkeğine bir tür ruhsal yardımdır pozitivizm.
John Gray in pozitivizm ve katolizmle ilgili güzel bir kitabı vardı...Bulup buraya ekleyeceğim.

Pozitivizm ve din ilişkisi üzerine yazan yazarlar:

John Gray

Bernard Ple

Ayrıca:
Ama pozitivizmin güzel bir özeleştirisi benim kastettiğim manada olmasa da, Foucault nun 'Kelimeler ve Şeyler' kitabında var.

2007-06-08

İnner Language

I like the word 'inner laguage'...But I don t understand why I shuld study so long for sth I have already known as a child...:-)

‘The fundamental proposition of Fodor s model is that we think in a special inner language, often referred to as ‘mentalese’ (Fodor 1975). Mentalese is not an equivalent of the language we speak (e.g. French or German), but prior to it. Our capacity for mentalese is not something we acquire or learn, it is an innate capacity of our brains. Like other languages, mentalese is medium-independent. Thus, there are no written or spoken words in our heads; the language is implemented in our neural structure.’ S 62 'Problems with Representation' (Complexity and Po...) Paul Cillers

(1975) THE LANGUAGE OF THOUGHT, Thomas Y. Crowell Co. (Paperback, Harvard University Press.)

2007-06-01

Nikolay Trubetzkoy 1890 Moskova - 1938 Viyana

Rus dilbilimci. Bolşevik Devrimi iyi ailelerden gelen iyi eğitimli burjuvalardan nefret ediyordu.
Hitler önderliğinde savaşan Alman ve Avusturya (kısmen de İsviçre) küçük burjuvası da iyi eğitimli yahudilerden nefret ediyordu. :-) Ben bütün bunları gerçek de olsalar komik buluyorum. Aslında traji komik ama yine de tii ye almak bu olayları hoşuma gidiyor. İşte size o muhteşem demokrasi tarihi! :-) Kriton un dediği gibi aptal çoğunluğun birleşerek elitleri katletmesi! Hayır monarşist falan değilim. Hatta sol demokratım ama tarihi ve felsefeyi unutmak mümkün değil.
Bilim maalesef politikadan kötü etkileniyor.
Jakobson Viyana dan uzak durmalıydı, çünkü yahudi idi. Rus asili tabii Viyana için bir başkadır ama ne zamanki Alman - Avusturya ırkçılığına boyun eğmez, hemen def edilir.
Gestapo tarafından sorgulanıyor ve arşivine el konuyor. Kısa bir süre sonra kalp krizi ile 1938 de Viyana da ölüyor. Şanslı bir insanmış, çünkü muhtemelen yahudi olmadığı halde ırkçı olmadığı için o da KZ ti boylayabilirdi.

From the Wkipedia link above:

Trubetzkoy was born into an extremely refined environment. His father was a first-rank philosopher whose lineage ascended to the medieval rulers of Lithuania. Having graduated from the Moscow University (1913), Trubetzkoy delivered lectures there until the revolution. Thereafter he moved first to the university of Rostov-na-Donu, then to the university of Sofia (1920-22), and finally took the chair of Professor of Slavic Philology at the University of Vienna (1922-1938). He died from a heart attack attributed to Nazi persecution following his publishing an article highly critical of Hitler's theories.

From German Wikipedia

1917 reiste er in den Kaukasus, wo ihn die Oktoberrevolution überraschte, wurde 1918 kurzzeitig Professor in Rostow am Don und emigrierte 1920 durch die politische Entwicklung gewungen nach Bulgarien, wo er Dozent für slawische Philologie an der Universität Sofia wurde. 1922 wurde er als Professor an die Universität Wien berufen, 1938 starb er, kurze Zeit nachdem die Gestapo ihn verhört und sein Archiv beschlagnahmt hatte.

Roman Jakobson 1896-1982 Linguist

In 1926, together with Vilém Mathesius and others he became one of the founders of the "Prague school" of linguistic theory (other members included Nikolai Trubetzkoi, René Wellek, Jan Mukařovský.

Bu arada bunu 'Gereksiz bilgi' olarak veriyorum. 'Jakobson', 'Yakub un oğlu' demek. Yakub da eğer yanılmıyorsam yahudi kavimlerinin babası sayılıyor. En azından Kuran da böyle bir değinme var. Yakub un 12 oğlu olduğuna ve onların da 12 kavim kurduklarına dair. Tabii ki bunu buraya tarihsel gerçek olarak yazmıyorum, ne Kuran ne de İncil veya Tevrat tarih kitapları değillerdir. Sembolik bir gelenek söz konusu.

Ferdinand de Saussure 1857-1913 Linguist

Linguist dilbilimci demek. Olur da Türkçe bilen biri bu sayfaları okursa diye yazıyorum...
Postmodernite ve modernitenin arasındaki farklı anlayış sebeplerinden bir tanesi son yüzyıldaki dilbilim alanındaki gelişmeler. Türkçede sanırım yapısalıcılık denen Struktralizm anlayışını oluşturan öğelerden bir tanesi Saussure dilbilim alanındaki çalışmaları idi.
Tabii her ne kadar bu gelişim Saussure ün hesabına kaydedilmiş de olsa, Saussure bunu tekbaşına bulup bilim dünyasına getirmedi...(Bu model bir bilim ilüzyonu aslında) Birçok şey zaten biliniyordu ama uygun birinin onları uygun bir şekilde toparlaması gerekiyordu. Bu genellikle böyle oluyor, bunda şaşılacak birşey yok.
Aslında Freud ortaya dilbilimci olarak çıksaydı daha 1891 de çok gelişmiş bir model sahibi olduğu gözükecekti ama o kendini doktor olarak görüyordu.
Şimdi bana Saussure ün kuramlarını anlatmak son derece can sıkıcı geliyor. Ama o kuramları ve o kuramların tarihini bilmeyen kimse benim postmodern anlayışlar derken neyi kastettiğimi anlamaz... Yani sadece Saussure okuyup, Saussure den evvelki gelişmeleri bir kenara bırakmak da olmaz...