Today I have explored some new plants, that I have never seen in my life before, but drunk before as a tea. Actually I bought this tea out of curiosity and also because it has looked so nice. But the smell was terrible for me. I don t like this smell...It is too much nature:-)) It really smells like a goat or sth. like this, very animal like.
But the taste is better. I could remember it tasted like the tea we used to drink in 'Do-an' as 'Griechischer Bergtee' and it was it really! I have found the word (small written) 'Sideritis' on the package and looked for it in Wikipedia. But the turkish word was completely misleading: It is not 'Adaçayı'!
WİEN VİENNA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
WİEN VİENNA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2012-04-07
2010-11-10
Der muss ein AKPler sein! Ungeschliffen bis zum geht nicht mehr!
Oben gibt es ein Interview, das mit seiner Flachheit und Holprigkeit eine weitere peinliche Aktion von AKP-Diplomatie darstellt.
Dieser angebliche 'Diplomat' muss ein AKPler sein, ein Anatolier ohne Benehmen, aber gutmütig, offen und übermutig wie immer. (Ich weiss nicht woher er wirklich ist, aber er ist sicher kein Republikaner! Das sieht man!)
In Wien war ich philosopisch als ich einen Artikel über dieses Kopftuchthema geschrieben habe,
ich bereue es momentan. Dazu muss man mehr schreiben.
Die Frechheiten von AKP nehmen zu. Aber super! Schliesslich gelten diese Leute für manchen Europaer noch immer als demokratisch!!!!! Die waren nie demokratisch, es geht denen nur darum, dass sie ihre eigene Interessen durchsetzen und das mit allen Mitteln. Und das Kopfruch, das die AKP-Frauen tragen hat mit Islam definitiv nicht zu tun!!! Die Probleme dieser sozialen Klasse mit dem Geschlecht kann man mit Freud und Marx studieren, fürs Glauben fehlt denen alles Sprituelle... Das einzige, was sie wirklich wollen, ist sozialer Aufstieg mit allen Mitteln. In vielen Faellen auch mit unlauteren Mitteln, sowie es in der Türkei der Fall war.
Dieser angebliche 'Diplomat' muss ein AKPler sein, ein Anatolier ohne Benehmen, aber gutmütig, offen und übermutig wie immer. (Ich weiss nicht woher er wirklich ist, aber er ist sicher kein Republikaner! Das sieht man!)
In Wien war ich philosopisch als ich einen Artikel über dieses Kopftuchthema geschrieben habe,
ich bereue es momentan. Dazu muss man mehr schreiben.
Die Frechheiten von AKP nehmen zu. Aber super! Schliesslich gelten diese Leute für manchen Europaer noch immer als demokratisch!!!!! Die waren nie demokratisch, es geht denen nur darum, dass sie ihre eigene Interessen durchsetzen und das mit allen Mitteln. Und das Kopfruch, das die AKP-Frauen tragen hat mit Islam definitiv nicht zu tun!!! Die Probleme dieser sozialen Klasse mit dem Geschlecht kann man mit Freud und Marx studieren, fürs Glauben fehlt denen alles Sprituelle... Das einzige, was sie wirklich wollen, ist sozialer Aufstieg mit allen Mitteln. In vielen Faellen auch mit unlauteren Mitteln, sowie es in der Türkei der Fall war.
2010-07-25
Monocle_ve_şehri_hayat_kalitesi_üzerine

http://www.monocle.com/sections/affairs/Magazine-Articles/02-Copenhagen1/
Yukarıda linkini verdiğim derginin son sayısındaki bir haber hakkında bir haber vardı okuduğum gazetelerden birinde...
Efenim bu hayat kalitesi yarışmaları hep yapılıyor, her sene yapılıyor, Viyana genellikle daha iyi sıralarda olurdu, ama niye bu sefer 8. sıraya düştü bilemiyoruz...Enteresan olan Istanbul un neyine güvenip bu tip yarışmaları takip ettiği...Cahil cesareti bütün
bu millette var herhalde, bi de biz birşeyi tutturup, isteriz...Yani kendi hayatımıza bakıp, eleştiri veya beğenileri kabul etmek yerine, 'Ayy onda ne var, bende de olsun!' Kendi kendimize dünyanın parasını harcayıp Istanbul reklamı koydurtmadık mı TV ye?
Heyt be ne aslanlar ama?!
Fotoğrafa bakarsanız 1.cilik elde eden şehirde genç bir kız mutlu bir şekilde bisiklet sürüyor...Istanbul ile ilgisi alakası olmayan bir kare...Tabii ki gidip, para harcayıp, en bi dişi bulduğunuz mankenle böyle bir kare çekip, TV ye koyabilirsiniz, ama bu şehrin asıl gerçeğini, yani son derece maço, dışa kapanık, anti-çevreci, oryantal prestij düşkünü bir şehir olduğunu değiştirmeyecektir...Sahte sarışın ve mafya siyahi araba iyi gider bu 'şehre'...Yaya arabalının eksiğidir bu şehirde...Kaldırım gereksiz bir engebe, yol inşaat yerinden arta kalan çukurlu patika, bisikletli ölümüne susamış bir gencecağız olabilir herhalde bu şehirde...
2010-06-02
"Israel, USA, Menschenrechte - ha, ha, ha!"
Aus 'orf.at'
'Palästinensische und türkische Fahnen
Ansonsten verlief der Protestmarsch friedlich. Die Demonstranten schwenkten palästinensische und türkische Fahnen. Sie skandierten unter anderem "Kindermörder Israel", "Israel Terrorist", "Intifada", "Israel, USA, Menschenrechte - ha, ha, ha!" und "Lasst Gaza leben, lasst Gaza frei!"
Auf den Plakaten stand etwa "Nein zur israelischen Unterdrückung und Apartheid", "Langsamer Genozid im Gazastreifen", "Ethnische Säuberung im Westjordanland", "Boycott Israel" und "Free Gaza".
'Palästinensische und türkische Fahnen
Ansonsten verlief der Protestmarsch friedlich. Die Demonstranten schwenkten palästinensische und türkische Fahnen. Sie skandierten unter anderem "Kindermörder Israel", "Israel Terrorist", "Intifada", "Israel, USA, Menschenrechte - ha, ha, ha!" und "Lasst Gaza leben, lasst Gaza frei!"
Auf den Plakaten stand etwa "Nein zur israelischen Unterdrückung und Apartheid", "Langsamer Genozid im Gazastreifen", "Ethnische Säuberung im Westjordanland", "Boycott Israel" und "Free Gaza".
2010-06-01
Günlük 2
Özel günlük olarak Freud un son eseri hakkında bir kitap okuyorum. Richard Berstein 1998 de yayınlamış kitabı, ama Almanca tercümesi 2003 yılında çıkmış sanırım. Çok yorgunum, bir ara tekrar bakarım. Freud un son kitabı 'Der Mann Moses und die monotheistische Religion' ('Adam Musa ve tektanrılı din') hakkında 'Freud and the legacy of Moses' diye Cambridge Press tarafından yayınlanmış bir kitap. Bu arada, yorgunum diyorum ya, gerçekten yorgunum, aklıma Davutoğlu nun Birleşmiş Milletler deki konuşmasının son cümlelerinden biri geldi...'Ben İbrahim geleneğindeki dinlere inanırım, bir insanı öldürmek, bütün insanlığı öldürmek gibidir benim için.' diyor...Hıııı. E o zaman yanlış yerdesiniz biz sizi politikadan alalım! Politika dini, insani ideallerin yönettiği bir alan değildir. Cümle doğru, yani içerik olarak güzel, etkileyici de, iyi de, sorun bu değil. Bir din savaşı yok ortada, siz kendi basit dünya skriptinizden dolayı durumu bu şekilde algılıyorsunuz...Politika savaşı önleme sanatıdır, tamamen bir fiyasko halindesiniz. Bu durumda bile Türkiye somut adım atamıyor, Birleşmiş Milletler de edebi konuşmalar yapıyor....Hııııı...E pekiiii. Saf lafı ne kadar doğru bu bağlamda bu arkadaş için bir kere daha görüldü sanırım...Devlet olarak Türkiye bir hiç, kimse takmıyor...İsrail senelerdir kınanıyor, onlar buna alışıklar ve hiç umurlarında değil...Size de meydan okuyorlar.
Bütün bunlar uyku ma değer miydi acaba? Freud ama ilginç, Freud ve onun kitabı gerçekten ilginç....
Bütün bunlar uyku ma değer miydi acaba? Freud ama ilginç, Freud ve onun kitabı gerçekten ilginç....
2010-05-19
IMAGO_1912_1937
Meşhur dergi IMAGO hakkında Wikipedia da bu kadar az bilgi olmasına şaşırdım. Almanca Wikipedia da ismi var, kendisi yok.
1912 - 1937 yılları arasında Otto Rank ve Hans Sachs tarafından çıkartılan psikoanalitik yazıların olduğu dergi.
Ayrıca 'Der Mann Moses und die monotheistische Religion' gibi tuhaf bir yazının da ilk yayınladığı dergi.
1912 - 1937 yılları arasında Otto Rank ve Hans Sachs tarafından çıkartılan psikoanalitik yazıların olduğu dergi.
Ayrıca 'Der Mann Moses und die monotheistische Religion' gibi tuhaf bir yazının da ilk yayınladığı dergi.
2010-01-30
Nikola Tesla_1856_1943

Nikola Tesla için bilim dünyasının kaçıklarından biri idi denebilir sanırım. Ama bu sayfada yer almasının sebebi buluşları değil, bir kedisinin olması. Ayrıca Freud un doğduğu yıl doğmuş olması ve aynı zamanda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu vatandaşı olarak doğmuş olması da enteresan ama bu yüzden değil kedisi MACEK yüzünden onu buraya aldık...Eminim daha başka ilginç yönleri de vardır...
MACEK Tesla nın çocukken sahip olduğu kedisinin ismi imiş...Macek sırpça 'erkek kedi' demekmiş...Che Guevara bizim kedimizin ismi ve onun hakkında daha çok şey yazılması gerektiğine karar verdim...Genel olarak kediler hakkında daha çok şey yazılması, söylenmesi lazım...
Yukarıdaki resim aşağıda adresini verdiğim sayfadan. Internette Tesla ile ilgili bulduğun en ilginç resim.
http://neptunerising.blogspot.com/2007/01/serbia-and-montenegro.html
2010-01-22
Alfons Mucha_1860_1939

http://de.wikipedia.org/wiki/Alfons_Mucha
Hazır aklımıza güzel bir şey gelmişken -tesadüfen de olsa- orda kalalım...Mucha Freud dan sadece 4 yaş küçük. Yaşadıkları zaman aşağı yukarı aynı zaman.İkisi de Moravya da doğmuşlar. İkisi de Avusturya-Macaristan vatandaşı olarak doğmuşlar. Freud da bugünkü Çekistan da doğdu, ama kendini çek olarak görmüyordu. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu nun bir parçası olarak görüyordu kendini. Yahudi idi ama 'haddi olmayarak' tıp okumuştu.
Aslında Mucha dan bahsetmek istiyordum. Mucha yı tanımıyordum gençken, ta ki Arjantin li bir oda arkadaşım elime bir takvim tutuşturana kadar. O zaman için benden oldukça büyük, çok tatlı bir insandı. Evli iki çocuk annesi idi. Boşanmıştı ama çocuklarını görmek istiyordu. Çocuklarını görmek için bir yolunu bulup Viyana ya gelmişti. O takvimi çok sevmiştim. Hangi sene idi acaba? Ondan sonra hep güzel takvimler almaya özen gösterdim. Bazı senelerde de bunu becerdim. Bazı senelerde olmadı...
2010 da içimden takvim almak bile gelmiyor...Zaten artık seneler o kadar çabuk geçiyor ki, takvim gereksiz geliyor...
2009-10-30
Her gün yazmak
Evet, bir günlüğün -en azından- bir amacı olmalı, o da her gün yazmak, her gün yazabilmek...
29 Ekim 2009 atlanmış oldu işte, hiç istemediğim halde, bugün 30 Ekim 2009.
Kızım uyuyor, yoksa şimdi burda olamazdım...
Ergin Yıldızoğlu nun köşe yazısını okuyabilmem bile iki gün sürdü. Yani normal şartlarda yaşamıyorum bu aralar veya tam tersi normal şartlarda yaşamaya yeni başladım...-)) Daha doğrusu bir fani için normal, bir akademisyen için anormal şartlardayım...
Ergin Yıldızoğlu nun yazısı güzeldi, sonra tabii hemen verdiği linkten Axel Honneth in Sloterdijk hakkında yazdıklarını okudum. Hoşuma gitti tabii ki, çünkü uzun zamandır Almanca entellektüel bir polemik yazısı okumamıştım. Normalde Axel Honneth pek böyle yazmaz, çok iyi tanıdığım bir yazar değil ama yine de bir fikrim var tabii ki...Habermas öğrencisi ve Habermas çizgisinin temsilcilerinden sayılıyor. Bu tip filozoflar genellikle can sıkıcı yazarlar ve polemik olmamaya gayret gösterirler, ama tabii söz konusu Sloterdijk olunca
herkes zıvanadan çıkabiliyor... Bir kere bu komikti ve hoştu.
Tabii gazete yazıları akademisyenlerden çok bu yazıları uzaktan takip edenler için yazılıyor, yani halka dönük bir temaşa tarafı var. Demek bende de halkta ki gibi adi bir taraf var ki bu temaşa hoşuma gidiyor. Hatta ben bütün olayı hiç ciddiye alamıyorum..Yazıya, Almanca deyimlere takılıyorum, ahh çok ama çok hoşuma giden tabirler vardı...
Honneth kısmen haklı tabii ki ve Sloterdijk böyle bir eleştiriyi hak ediyor ama Honneth in de haklı olmadığı, Sloterdijk ın bile savunulması gereken tarafları var bence...
Sloterdijk kendi kabiliyetine ihanet etmiş bir insan... Sloterdijk niye roman yazarı veya başka birşeyin yazarı olmadı da, filozof oldu, bilemiyoruz...Ama elimde olmadan Viyana daki -yıllarca süren- Sloterdijk ziyaretlerimi hatırladım tabii...
Gerçekten en başından beri Sloterdijk ta bir 'Guru' havası vardı...Ama Hindistan da gerçek bir 'Guru' nun yanında bulunduğunu bilmiyordum... Ama müritlerine ders veren bir hoca tarafı vardı hep...
Biraz tarikat yöneticisi havası hep vardı...İnsan onun derslerine neden gittiğini bilmeden sineğin ampülün etrafında dolanması gibi, gider otururdu orda. Bir konserden kalkar gibi de kalkardı. 'Piyanist' bazen iyi bir doğaçlama çıkartır, bazen de o kadar iyi olmazdı ama siz tabii bir performansçının her zaman aynı
şeyi veremeyeceğini bildiğiniz için, onun sadık bir müridi olarak, onu yine, yeni, yeniden izlemeye giderdiniz...
29 Ekim 2009 atlanmış oldu işte, hiç istemediğim halde, bugün 30 Ekim 2009.
Kızım uyuyor, yoksa şimdi burda olamazdım...
Ergin Yıldızoğlu nun köşe yazısını okuyabilmem bile iki gün sürdü. Yani normal şartlarda yaşamıyorum bu aralar veya tam tersi normal şartlarda yaşamaya yeni başladım...-)) Daha doğrusu bir fani için normal, bir akademisyen için anormal şartlardayım...
Ergin Yıldızoğlu nun yazısı güzeldi, sonra tabii hemen verdiği linkten Axel Honneth in Sloterdijk hakkında yazdıklarını okudum. Hoşuma gitti tabii ki, çünkü uzun zamandır Almanca entellektüel bir polemik yazısı okumamıştım. Normalde Axel Honneth pek böyle yazmaz, çok iyi tanıdığım bir yazar değil ama yine de bir fikrim var tabii ki...Habermas öğrencisi ve Habermas çizgisinin temsilcilerinden sayılıyor. Bu tip filozoflar genellikle can sıkıcı yazarlar ve polemik olmamaya gayret gösterirler, ama tabii söz konusu Sloterdijk olunca
herkes zıvanadan çıkabiliyor... Bir kere bu komikti ve hoştu.
Tabii gazete yazıları akademisyenlerden çok bu yazıları uzaktan takip edenler için yazılıyor, yani halka dönük bir temaşa tarafı var. Demek bende de halkta ki gibi adi bir taraf var ki bu temaşa hoşuma gidiyor. Hatta ben bütün olayı hiç ciddiye alamıyorum..Yazıya, Almanca deyimlere takılıyorum, ahh çok ama çok hoşuma giden tabirler vardı...
Honneth kısmen haklı tabii ki ve Sloterdijk böyle bir eleştiriyi hak ediyor ama Honneth in de haklı olmadığı, Sloterdijk ın bile savunulması gereken tarafları var bence...
Sloterdijk kendi kabiliyetine ihanet etmiş bir insan... Sloterdijk niye roman yazarı veya başka birşeyin yazarı olmadı da, filozof oldu, bilemiyoruz...Ama elimde olmadan Viyana daki -yıllarca süren- Sloterdijk ziyaretlerimi hatırladım tabii...
Gerçekten en başından beri Sloterdijk ta bir 'Guru' havası vardı...Ama Hindistan da gerçek bir 'Guru' nun yanında bulunduğunu bilmiyordum... Ama müritlerine ders veren bir hoca tarafı vardı hep...
Biraz tarikat yöneticisi havası hep vardı...İnsan onun derslerine neden gittiğini bilmeden sineğin ampülün etrafında dolanması gibi, gider otururdu orda. Bir konserden kalkar gibi de kalkardı. 'Piyanist' bazen iyi bir doğaçlama çıkartır, bazen de o kadar iyi olmazdı ama siz tabii bir performansçının her zaman aynı
şeyi veremeyeceğini bildiğiniz için, onun sadık bir müridi olarak, onu yine, yeni, yeniden izlemeye giderdiniz...
2008-10-20
Salzburg da Türk Konsolosluğuna Saldırı
Cumhuriyet, 20.10.2008
Türk elçiliğinde yangın
m VİYANA (AA) - Türkiye’nin Salzburg Başkonsolosluğu’nda dün sabaha karşı yangın çıktı. Ölen ya da yaralanan olmayan yangının, konsolosluğa atılan molotofkokteyli nedeniyle çıktığı sanılıyor. Avusturya’nın kuzeyindeki Salzburg kenti polis sözcüsü Hermann Rechberger, APA ajansına yaptığı açıklamada, konsolosluğa molotofkokteyli saldırısı düzenlendiğine dair işaretler bulunduğunu kaydetti.
Avusturya, Almanya gibi PKK yı ciddi şekilde destekleyen ülkelerden, dolayısıyla dökülen kandan sorumlu olan ülkeler bence. Benim Viyana Üniversite sinde okuduğum yıllarda Viyana Üniversitesi nin PKK lılara bursu vardı. Şu anda böyle birşey olmayabilir ama o zaman sosyalistler vardı başta ve PKK yı ciddi şekilde destekliyorlardı. Gerçi ben her zaman kızıl Viyana, yani sosyalist Viyana taraftarı olmuşumdur ama sosyalistlerin PKK konusundaki saflığı inanılmaz boyutlarda idi.
İsviçre de PKK hala terör örgütü olarak kabul edilmiyor.
Türk elçiliğinde yangın
m VİYANA (AA) - Türkiye’nin Salzburg Başkonsolosluğu’nda dün sabaha karşı yangın çıktı. Ölen ya da yaralanan olmayan yangının, konsolosluğa atılan molotofkokteyli nedeniyle çıktığı sanılıyor. Avusturya’nın kuzeyindeki Salzburg kenti polis sözcüsü Hermann Rechberger, APA ajansına yaptığı açıklamada, konsolosluğa molotofkokteyli saldırısı düzenlendiğine dair işaretler bulunduğunu kaydetti.
Avusturya, Almanya gibi PKK yı ciddi şekilde destekleyen ülkelerden, dolayısıyla dökülen kandan sorumlu olan ülkeler bence. Benim Viyana Üniversite sinde okuduğum yıllarda Viyana Üniversitesi nin PKK lılara bursu vardı. Şu anda böyle birşey olmayabilir ama o zaman sosyalistler vardı başta ve PKK yı ciddi şekilde destekliyorlardı. Gerçi ben her zaman kızıl Viyana, yani sosyalist Viyana taraftarı olmuşumdur ama sosyalistlerin PKK konusundaki saflığı inanılmaz boyutlarda idi.
İsviçre de PKK hala terör örgütü olarak kabul edilmiyor.
2008-10-11
Şok oldum: Haider ölmüş.
Aşağıdaki haberi şu anda okudum ve şok oldum. Haider nedense hiç ölmeyecekmiş gibi geliyordu insana. Kaernter Caddesi nde rastlamıştım bir kere ona. O da birçok politikacı gibi korumasız geziyordu Viyana da.
www.cumhuriyet.com.tr
Aşırı sağcı lider Haider yaşamını yitirdi
Avusturyalı aşırı sağcı lider Jörg Haider, trafik kazasında yaşamını yitirdi. Haider'in aşırı hız yaptığı ve bir aracı sollarken direksiyon hakimiyetini yitirip yoldan çıktığı öğrenildi. Haider'in kullandığı aracın hurdaya döndüğü bildirildi. Haider, 1993'te de aşırı hız nedeniyle kaza yapmıştı.
Viyana- Avusturya haber ajansı APA, polis kaynaklarına dayanarak verdiği haberde, 58 yaşındaki Kaernten Eyalet Valisi Haider'in Volkswagen marka Phaeton modeli makam aracını çok hızlı kullandığı, yoldan çıkan aracın birkaç takla attığı ve hurdaya döndüğü kaydedildi.
Kaza, gece yarısından sonra güneydeki Klagenfurt kenti yakınlarında meydana gelmişti. Araçta yalnız olan aşırı sağcı Avusturya'nın Geleceği İttifakı (BZÖ) Genel Başkanı Haider, kaza yerinde hayatını kaybetmişti.
Haider, 4 Ağustos 1993'te benzer şekilde yaptığı ve BMW marka arabasının hurda olduğu trafik kazasını ufak bir sıyrıkla atlatmıştı.
Bu arada APA'ya açıklama yapan Haider'in sözcüsü Stefan Petzner, liderin ölümünü, "Bizim için dünyanın sonu gibi" sözleriyle değerlendirdi.
1999'daki seçimde Özgürlükçü Parti Genel Başkanı olarak yüzde 27 oy alarak hükümete katılan Haider, Adolf Hitler'in ''çalışma örgütlenmesini'' benimsemesinden ötürü Avrupa Birliği'nin şimşeklerini çekince, hükümetten ayrılmak zorunda kalmıştı.
Yahudi düşmanlığıyla da tanınan Haider, uzun zamandır sloganlarını yumuşatmıştı. Haider, 2002'de Bağdat'a giderek yakınlık duyduğu Saddam Hüseyin'le görüşmüştü. Haider şubat ayında, eyaletinde cami ve minare yapımını yasaklamıştı.
www.cumhuriyet.com.tr
Aşırı sağcı lider Haider yaşamını yitirdi
Avusturyalı aşırı sağcı lider Jörg Haider, trafik kazasında yaşamını yitirdi. Haider'in aşırı hız yaptığı ve bir aracı sollarken direksiyon hakimiyetini yitirip yoldan çıktığı öğrenildi. Haider'in kullandığı aracın hurdaya döndüğü bildirildi. Haider, 1993'te de aşırı hız nedeniyle kaza yapmıştı.
Viyana- Avusturya haber ajansı APA, polis kaynaklarına dayanarak verdiği haberde, 58 yaşındaki Kaernten Eyalet Valisi Haider'in Volkswagen marka Phaeton modeli makam aracını çok hızlı kullandığı, yoldan çıkan aracın birkaç takla attığı ve hurdaya döndüğü kaydedildi.
Kaza, gece yarısından sonra güneydeki Klagenfurt kenti yakınlarında meydana gelmişti. Araçta yalnız olan aşırı sağcı Avusturya'nın Geleceği İttifakı (BZÖ) Genel Başkanı Haider, kaza yerinde hayatını kaybetmişti.
Haider, 4 Ağustos 1993'te benzer şekilde yaptığı ve BMW marka arabasının hurda olduğu trafik kazasını ufak bir sıyrıkla atlatmıştı.
Bu arada APA'ya açıklama yapan Haider'in sözcüsü Stefan Petzner, liderin ölümünü, "Bizim için dünyanın sonu gibi" sözleriyle değerlendirdi.
1999'daki seçimde Özgürlükçü Parti Genel Başkanı olarak yüzde 27 oy alarak hükümete katılan Haider, Adolf Hitler'in ''çalışma örgütlenmesini'' benimsemesinden ötürü Avrupa Birliği'nin şimşeklerini çekince, hükümetten ayrılmak zorunda kalmıştı.
Yahudi düşmanlığıyla da tanınan Haider, uzun zamandır sloganlarını yumuşatmıştı. Haider, 2002'de Bağdat'a giderek yakınlık duyduğu Saddam Hüseyin'le görüşmüştü. Haider şubat ayında, eyaletinde cami ve minare yapımını yasaklamıştı.
2008-10-03
Wahl08 Wien
(Auf den Link klicken.)
Başlığa tıklayın, aşağıdaki bölgelerdeki sonuçlar için.
Weitere Regionen:Wien 1.,Innere Stadt
Wien 2.,Leopoldstadt
Wien 3.,Landstraße
Wien 4.,Wieden
Wien 5.,Margareten
Wien 6.,Mariahilf
Wien 7.,Neubau
Wien 8.,Josefstadt
Wien 9.,Alsergrund
Wien 10.,Favoriten
Wien 11.,Simmering
Wien 12.,Meidling
Wien 13.,Hietzing
Wien 14.,Penzing
Wien 15.,Rudolfsh.-Fünfh
Wien 16.,Ottakring
Wien 17.,Hernals
Wien 18.,Währing
Wien 19.,Döbling
Wien 20.,Brigittenau
Wien 21.,Floridsdorf
Wien 22.,Donaustadt
Wien 23.,Liesing
Başlığa tıklayın, aşağıdaki bölgelerdeki sonuçlar için.
Weitere Regionen:Wien 1.,Innere Stadt
Wien 2.,Leopoldstadt
Wien 3.,Landstraße
Wien 4.,Wieden
Wien 5.,Margareten
Wien 6.,Mariahilf
Wien 7.,Neubau
Wien 8.,Josefstadt
Wien 9.,Alsergrund
Wien 10.,Favoriten
Wien 11.,Simmering
Wien 12.,Meidling
Wien 13.,Hietzing
Wien 14.,Penzing
Wien 15.,Rudolfsh.-Fünfh
Wien 16.,Ottakring
Wien 17.,Hernals
Wien 18.,Währing
Wien 19.,Döbling
Wien 20.,Brigittenau
Wien 21.,Floridsdorf
Wien 22.,Donaustadt
Wien 23.,Liesing
2008-09-10
10 Eylül 08 Gazetelerden
Milliyet, 10 Eylül 2008
Magic Life’ın yüzde 50.1’i Avusturyalılara satıldı
Turizm gazetesinin haberine göre, TUI bünyesindeki otel markalarından olan Magic Life hisselerinin 50.1’i Connexio adlı yatırım fonuna satıldı. Connexio’nun Magic Life ile Türkiye’deki firması deGama’yı birleştireceği belirtiliyor
TUI bünyesindeki otel markalarından Magic Life’ın hisselerini Avusturya’daki ‘Die Connexio Alternative Investment & Holding AG’ye geçtiği bildirildi. Turizm gazetesinde yer alan bilgilere göre, daha önce Bentour Avusturya’yı da alan ‘Die Connexio Alternative Investment & Holding AG, Magic Life’ın yüzde 50.1 hisselerini satın aldı, böylece TUI, Magic
Life’ta azınlığa düştü.
Avusturya’da internetten yayın yapan Tip-Online adlı turizm ve seyahat endüstrisi gazetesinin haberine göre, Life Club’ın çoğunluk hisseleri Connexio Fonu tarafından satın alındı. Gazetenin haberine göre, bir süreden beri dile getirilen satış sonunda gerçekleşti ve Magic Life’ın yüzde 50.1’ini Bentour Avusturya’nın da büyük ortağı olan Connexio Fonu satın aldı. Böylece TUI’nin Magic Life Assets AG’deki hisse oranı yüzde 49.9’a gerilemiş oldu.
Tip-Online’ın haberinde Magic Life CEO’su Dr. Andreas Karsten’in açıklama yapmazken, haberi yalanlamadığı da belirtiliyor.
daGama ile birleşecek
Magic Life’ın çoğunluk hisselerini satın alan Conexio’nun bu yılın mart ayında Türkiye’de kurulan daGama Seyahat acentesi ile bir çatı altında birleştireceği ifade ediliyor.
daGama Genel Müdürü Selim Karaçaylı konu ile ilgili olarak kendilerine ulaşmış herhangi bir resmi açıklama olmadığını söylemekle yetindi.
1990’da kuruldu
Avusturya’da okurken turizmciliğe başlayan ve Magic Life oteller zincirini kuran Cem Kınay ve ortağı Oğuz Serim, 2004’te Magic Life’ı Alman seyahat acentesi TUİ’ye sattı. Magic Life, Türkiye’yi ‘herşey dahil’ sistemiyle tanıştırdı. 5 ülkede, 17 kulüp ve 1 Nil teknesiyle hizmet veren Magic Life, 1990 yılından bu yana faaliyet gösteriyor.
Magic Life’ın yüzde 50.1’i Avusturyalılara satıldı
Turizm gazetesinin haberine göre, TUI bünyesindeki otel markalarından olan Magic Life hisselerinin 50.1’i Connexio adlı yatırım fonuna satıldı. Connexio’nun Magic Life ile Türkiye’deki firması deGama’yı birleştireceği belirtiliyor
TUI bünyesindeki otel markalarından Magic Life’ın hisselerini Avusturya’daki ‘Die Connexio Alternative Investment & Holding AG’ye geçtiği bildirildi. Turizm gazetesinde yer alan bilgilere göre, daha önce Bentour Avusturya’yı da alan ‘Die Connexio Alternative Investment & Holding AG, Magic Life’ın yüzde 50.1 hisselerini satın aldı, böylece TUI, Magic
Life’ta azınlığa düştü.
Avusturya’da internetten yayın yapan Tip-Online adlı turizm ve seyahat endüstrisi gazetesinin haberine göre, Life Club’ın çoğunluk hisseleri Connexio Fonu tarafından satın alındı. Gazetenin haberine göre, bir süreden beri dile getirilen satış sonunda gerçekleşti ve Magic Life’ın yüzde 50.1’ini Bentour Avusturya’nın da büyük ortağı olan Connexio Fonu satın aldı. Böylece TUI’nin Magic Life Assets AG’deki hisse oranı yüzde 49.9’a gerilemiş oldu.
Tip-Online’ın haberinde Magic Life CEO’su Dr. Andreas Karsten’in açıklama yapmazken, haberi yalanlamadığı da belirtiliyor.
daGama ile birleşecek
Magic Life’ın çoğunluk hisselerini satın alan Conexio’nun bu yılın mart ayında Türkiye’de kurulan daGama Seyahat acentesi ile bir çatı altında birleştireceği ifade ediliyor.
daGama Genel Müdürü Selim Karaçaylı konu ile ilgili olarak kendilerine ulaşmış herhangi bir resmi açıklama olmadığını söylemekle yetindi.
1990’da kuruldu
Avusturya’da okurken turizmciliğe başlayan ve Magic Life oteller zincirini kuran Cem Kınay ve ortağı Oğuz Serim, 2004’te Magic Life’ı Alman seyahat acentesi TUİ’ye sattı. Magic Life, Türkiye’yi ‘herşey dahil’ sistemiyle tanıştırdı. 5 ülkede, 17 kulüp ve 1 Nil teknesiyle hizmet veren Magic Life, 1990 yılından bu yana faaliyet gösteriyor.
2008-06-10
Karl Polanyi 1886 - 1964
Polanyi 25 Ekim 1886 da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu zamanında Viyana da doğdu. Gerisi için Türkçe Vikipedi ye veya internetteki başka kaynaklara bakılabilir.
Ayrıca İngilizce Vikipedi den buraya alıntı yapıyorum, kısa hayat öyküsünü...Bence ilginç çünkü hayat öyküleri bazı insanları her yerden kaçmak zorunda bırakıyor... Bunu çok iyi anlayabiliyorum...
Early life
Karl Polanyi, brother of chemist and philosopher Michael Polanyi, was born in Vienna, at the time the capital of the Austro-Hungarian Empire. The son of a prominent member of the bourgeoisie involved in railroads, Polanyi was well educated despite the ups and downs of his father's fortune, and he immersed himself in Budapest's active intellectual and artistic scene. Polanyi founded the radical and influential Club Galilei while at the University of Budapest, a club which would have far reaching effects on Hungarian intellectual thought. During this time, he was actively engaged with other notable thinkers, such as György Lukács, Oszkár Jászi, and Karl Mannheim. Polanyi earned his Ph.D. in Philosophy in 1908 and graduated in Law in 1912. In 1914 he helped found the Hungarian Radical Party and served as its secretary.
Polanyi was a cavalry officer in the Austro-Hungarian Army in World War I, but was removed from service due to disabilities after arriving at the Russian Front. After the war, he returned to Budapest where he became politically active once again. Polanyi supported the Republican government of Mihály Károlyi and its Social Democratic regime. The republic was short-lived, however, and when Béla Kun toppled the Karolyi government to create the Hungarian Soviet Republic Polanyi was forced to flee to Vienna. From 1924 to 1933 he worked there as a journalist writing economic and political commentary for (among others) the prestigious Der Oesterreichische Volkswirt. It was at this time that he first began criticizing the Austrian School of economists, who he felt created abstract models which lost sight of the concrete reality of economic processes. Polanyi himself was attracted to Fabianism and the works of G. D. H. Cole. It was also during this period that Polanyi grew interested in Christian Socialism.
[edit]In the United States
He fled Austria in 1933 as the short-lived Austrian Republic began to collapse and fascist influence began to grow. He moved to London, where he earned a living working as a journalist and tutor and took up a position as a lecuturer for the Workers' Educational Association. Polanyi also conducted the bulk of his research for what would later become The Great Transformation. He would not start writing this work until 1940, however, when he moved to Vermont to take up a position at Bennington College. It was published in 1944 to great acclaim. In it, Polanyi described the enclosure process in England and the creation of the contemporary economic system at the beginning of the 19th century.
After the war Polanyi received a teaching position at Columbia University (1947-1953). However, his wife's (Ilona Duczynska) background as a former communist made gaining an entrance visa in the United States impossible. As a result they moved to Canada, and Polanyi commuted to New York City. In the early 1950s Polanyi received a large grant from the Ford Foundation to study the economic systems of ancient empires. Having described the emergence of the modern economic system, Polanyi now sought to understand how "the economy" emerged as a distinct sphere in the distant past. His seminar in Columbia drew several famous scholars and influenced a generation of teachers, eventuating in the 1957 volume Trade and Market in the Early Empires. Polanyi continued to write in his later years and established a new journal entitled Coexistence. He died in 1964.
Ayrıca İngilizce Vikipedi den buraya alıntı yapıyorum, kısa hayat öyküsünü...Bence ilginç çünkü hayat öyküleri bazı insanları her yerden kaçmak zorunda bırakıyor... Bunu çok iyi anlayabiliyorum...
Early life
Karl Polanyi, brother of chemist and philosopher Michael Polanyi, was born in Vienna, at the time the capital of the Austro-Hungarian Empire. The son of a prominent member of the bourgeoisie involved in railroads, Polanyi was well educated despite the ups and downs of his father's fortune, and he immersed himself in Budapest's active intellectual and artistic scene. Polanyi founded the radical and influential Club Galilei while at the University of Budapest, a club which would have far reaching effects on Hungarian intellectual thought. During this time, he was actively engaged with other notable thinkers, such as György Lukács, Oszkár Jászi, and Karl Mannheim. Polanyi earned his Ph.D. in Philosophy in 1908 and graduated in Law in 1912. In 1914 he helped found the Hungarian Radical Party and served as its secretary.
Polanyi was a cavalry officer in the Austro-Hungarian Army in World War I, but was removed from service due to disabilities after arriving at the Russian Front. After the war, he returned to Budapest where he became politically active once again. Polanyi supported the Republican government of Mihály Károlyi and its Social Democratic regime. The republic was short-lived, however, and when Béla Kun toppled the Karolyi government to create the Hungarian Soviet Republic Polanyi was forced to flee to Vienna. From 1924 to 1933 he worked there as a journalist writing economic and political commentary for (among others) the prestigious Der Oesterreichische Volkswirt. It was at this time that he first began criticizing the Austrian School of economists, who he felt created abstract models which lost sight of the concrete reality of economic processes. Polanyi himself was attracted to Fabianism and the works of G. D. H. Cole. It was also during this period that Polanyi grew interested in Christian Socialism.
[edit]In the United States
He fled Austria in 1933 as the short-lived Austrian Republic began to collapse and fascist influence began to grow. He moved to London, where he earned a living working as a journalist and tutor and took up a position as a lecuturer for the Workers' Educational Association. Polanyi also conducted the bulk of his research for what would later become The Great Transformation. He would not start writing this work until 1940, however, when he moved to Vermont to take up a position at Bennington College. It was published in 1944 to great acclaim. In it, Polanyi described the enclosure process in England and the creation of the contemporary economic system at the beginning of the 19th century.
After the war Polanyi received a teaching position at Columbia University (1947-1953). However, his wife's (Ilona Duczynska) background as a former communist made gaining an entrance visa in the United States impossible. As a result they moved to Canada, and Polanyi commuted to New York City. In the early 1950s Polanyi received a large grant from the Ford Foundation to study the economic systems of ancient empires. Having described the emergence of the modern economic system, Polanyi now sought to understand how "the economy" emerged as a distinct sphere in the distant past. His seminar in Columbia drew several famous scholars and influenced a generation of teachers, eventuating in the 1957 volume Trade and Market in the Early Empires. Polanyi continued to write in his later years and established a new journal entitled Coexistence. He died in 1964.
2008-04-06
Sloterdijk II
Leider lese ich noch immer Sloterdik. Ich tue das ungerne aber dieses Buch wird das letzte Buch sein, das ich von ihm lese. Ich brauche diesen Prozess um mit ihm endgültig abzurechnen...
Was ist oder Wer ist Sloterdijk? Er ist ein Kulturwissenschaftler im deutschsprachigen Raum. Er ist ein Hollaender. (kein typischer) Er ist für mich eine unglaublich, ambiavalente Figur zwischen Protestantismus und Katholizismus...Er ist nicht gelassen genug um katholisch zu sein und nicht diszipliniert genug um Protestant zu sein...
Es ist sicher kein Zufall, dass er in Wien unterrichtete. Diese Stadt bietet eine natürliche Schirmherrschaft für alle Psychopathen..:-) Ich würde mich eher dazuzaehlen :-)
Wenn ich das Wort Sloterdijk höre, dann faellt mir das Wort Narzissmus ein... Seine Vorlesungen waren nicht wie normale Vorlesungen auf der Uni, sondern eine Art von Blasenherrschaft für alle, die Schwierigkeiten haben ausserhab des Uterus zu leben...Er war so was wie Sektenführer, mit seinen unkritischen Bewunderern auf seiner Seite... Es ist fast schade, dass ein so intelligenter, talentierter Mensch sich dermassen 'schwach' fühlt und versucht 'stark' zu sein...
Leider habe ich gestern an ein Buch erinnern müssen, das ich schon vergessen habe, dass ich dieses Buch gekauft und gelesen habe... Ich freue mich fast dass ich dieses Buch wahrscheinlich verloren habe... Es war nicht wert es physisch zu besitzen...
'Die Natur der Kulturen'. Allein der Titel verraet ein altmodisches Essentialismus...
So wie 'das Weeesenn der Dinge'... Hahaha... Es gibt DİE Natur, die intelligente Affen
'durchschauen' und beherrschen können... HAHAHA... In den naechsten Jahrhunderten
werdet ihr sehen, was ihr seid und was die Natur ist...
Das Buch ist von Heiner Mühlmann... Unglaublich dass bei mir das Wort 'Mühlmann'
eine freie Assoziation zu 'Müll' ergibt... 'Müll'.Punkt. ich sag gar nichts was anderes... Das Buch ist ein Müll gewesen... Interessant ist aber dasss Philosophen wie Thesophen, sich selbst von dem Verhaengnis der Psychologie nicht retten können... Wie kann ein Mensch, der Freud gelesen hat, dieses Buch von maennlichen Affen für maennliche Affen noch ernst nehmen ? Sind die Affen nicht ein Ersatz für protestantisch korrekte 'rats'? Ratten? Behaviorismus im Land von Konrad Lorenz... Einen Satz von Eissler muss ich nun wieder zitieren, den ich nicht vergessen konnte...
'Die immer grössere Anerkennung findende Verhaltenstherapie ist als Denktypus historisch als Fortsetzung der Faradisation einzuschaetzen. Das Reich der Freiheit, das Freud eröffnete, scheint für die Menschen eine Belastung zu sein.'
Eissler, S 248
Was ist oder Wer ist Sloterdijk? Er ist ein Kulturwissenschaftler im deutschsprachigen Raum. Er ist ein Hollaender. (kein typischer) Er ist für mich eine unglaublich, ambiavalente Figur zwischen Protestantismus und Katholizismus...Er ist nicht gelassen genug um katholisch zu sein und nicht diszipliniert genug um Protestant zu sein...
Es ist sicher kein Zufall, dass er in Wien unterrichtete. Diese Stadt bietet eine natürliche Schirmherrschaft für alle Psychopathen..:-) Ich würde mich eher dazuzaehlen :-)
Wenn ich das Wort Sloterdijk höre, dann faellt mir das Wort Narzissmus ein... Seine Vorlesungen waren nicht wie normale Vorlesungen auf der Uni, sondern eine Art von Blasenherrschaft für alle, die Schwierigkeiten haben ausserhab des Uterus zu leben...Er war so was wie Sektenführer, mit seinen unkritischen Bewunderern auf seiner Seite... Es ist fast schade, dass ein so intelligenter, talentierter Mensch sich dermassen 'schwach' fühlt und versucht 'stark' zu sein...
Leider habe ich gestern an ein Buch erinnern müssen, das ich schon vergessen habe, dass ich dieses Buch gekauft und gelesen habe... Ich freue mich fast dass ich dieses Buch wahrscheinlich verloren habe... Es war nicht wert es physisch zu besitzen...
'Die Natur der Kulturen'. Allein der Titel verraet ein altmodisches Essentialismus...
So wie 'das Weeesenn der Dinge'... Hahaha... Es gibt DİE Natur, die intelligente Affen
'durchschauen' und beherrschen können... HAHAHA... In den naechsten Jahrhunderten
werdet ihr sehen, was ihr seid und was die Natur ist...
Das Buch ist von Heiner Mühlmann... Unglaublich dass bei mir das Wort 'Mühlmann'
eine freie Assoziation zu 'Müll' ergibt... 'Müll'.Punkt. ich sag gar nichts was anderes... Das Buch ist ein Müll gewesen... Interessant ist aber dasss Philosophen wie Thesophen, sich selbst von dem Verhaengnis der Psychologie nicht retten können... Wie kann ein Mensch, der Freud gelesen hat, dieses Buch von maennlichen Affen für maennliche Affen noch ernst nehmen ? Sind die Affen nicht ein Ersatz für protestantisch korrekte 'rats'? Ratten? Behaviorismus im Land von Konrad Lorenz... Einen Satz von Eissler muss ich nun wieder zitieren, den ich nicht vergessen konnte...
'Die immer grössere Anerkennung findende Verhaltenstherapie ist als Denktypus historisch als Fortsetzung der Faradisation einzuschaetzen. Das Reich der Freiheit, das Freud eröffnete, scheint für die Menschen eine Belastung zu sein.'
Eissler, S 248
2008-03-27
Franz Joseph I 1830-1916
El reinado de Francisco José se desarrolló en medio de violentas conmociones internacionales que lo persiguieron toda su vida: comenzaron con la revolución austríaca de 1848 y culminaron con la Primera Guerra Mundial (1914-1918).
2008-02-28
Still the same book from Eissler
The book I am still reading now has the name 'K.R.Eissler, Freud und Wagner-Jauregg vor der Kommission zur Erhebung militaerischer Pflichtverletzungen), Löcker Verlag, Wien 2007' I don t know if this book exists also in English. It is about a torture case by using elektrotherapy in a cruel manner for war veterans in an hospital in Vienna after World War 1. There is enough material in the book for a novel or a movie.
There was a legal action against the chief doctor (Dr.Wagner-Jauregg)in charge at the moment of these tortures. The court has also asked Dr. Sigmund Freud as an expert in this field to give his opinion about this case. But the problem is that the process has taken another shape than it should be, in my view. Instead of finding out the truth about the claims made, the court tries to bring 'justice' to another, more difficult problem, namely if classical Vienna School is right or not about the treatment of the veterans with psychological problems. I mean that mustn t be the duty of a court... One couldn't solve the problem in a juridical process.
Dr.Wagner-Jauregg and his polish assistant Dr.Kozlowski consider most of these men as 'simulators.' It means that these people are not really ill they just don t want to go to war, thus a little bit exorcism with modern pain machines wan t harm to get these 'milksops' disciplined again.
And Dr. Wagner-Jauregg tries to defend his assistant by saying:
'He was very eager for success, but he didn t want to harm anybody, he just wanted to have quick success. And he thought he would be more successful if he treats the genitals of these men. I have told him, this has no use.'
Otherwise Kozlowski was a man of total submission to Wagner-Jauregg, thus Wagner-Jauregg should have been thought why don t make him happy by letting him play a little bit... These ill people were anyway not important people, just like having rats in the lab...They were even worse than rats, they were softies trying not to go back to war...One of them was a Jew, Walter Kauder. The protagonist of this story. ( Jews were worse than anything anyway for these people, I mean the people of kind of Wagner-Jauregg and the sort of...Dr.W-J. wanted to be a Nazi, but the party didn t allow him this, because he was once married to a jewish woman, thus he was 'spoiled.')
The year was 1917 if I am not wrong, but you see there was already a Nazi mentality. I mean it is not true that 'national socialism' was only a rupture in the history with no prehistory and afterwards... This is not true.
It was also a little bit irritating to me, that Eissler tries to show the psychoanalysis as the right alternative to these sadist torture cases... The question mustn't be 'torture' or 'psychoanalysis', but 'torture or not torture'. Even if that time was not the best time for applying advanced psychotherapies on war veterans, one can try to solve the problem if there was cruelty or not. And there was cruelty obviously.
I mean take the sentences of Wagner-Jauregg on his assistant. These sentences are disgusting in my view... It is clear that there was no intention about science or therapy, just the will to discipline the 'softies.' This mustn t be the duty of a doctor, even if he (Kozlowski) loved to play sadistic games as a loyal slave to his master. (Wagner-Jauregg)
2008-02-24
Kurt R. Eissler 1908 Vienna 1999 NY
Kurt R Eissler hakkında Wikipedia da doğrudan bir madde yok. Bu bence şaşılacak birşey.
Kurt R. Eissler, doktor ve psikoanalist, 1938 yılında Viyana dan New York a kaçmak zorunda kalanlardan Nazi rejimi yüzünden. 17 Şubat 1999 yılında vefat etmiş New York Times ın 20 Şubat 1999 tarihli bir yazısından anladığımıza göre. Library of Congress deki Freud Arşivi ni kurduğunu biliyoruz.
Yazdığı 12 kitap arasında
''Goethe: A Psychoanalytic Study'' 1961
'
Leonardo da Vinci' 1961
'Medical Orthodoxy and the Future of Psychoanalysis' 1965
'Sigmund Freund und die Wiener Universitaet' 1966
'Discourse on Hamlet and Hamlet' 1971
''Talent and Genius: The Fictitious Case of Tausk Contra Freud.'' 1971
Der sterbende Patient. Zur Psychologie des Todes, 1978
(The Psychiatrist and the dying Patient,1955)
Kurt R. Eissler şu anda elimde bulunan kitabın
(K.R.Eissler, Freud und Wagner-Jauregg vor der Kommission zur Erhebung militaerischer Pflichtverletzungen), Löcker Verlag, Wien 2007)
yazarı olarak geçiyor. Kitap Viyana da 2007 yılında basılmış. Bu nasıl oluyor, tam olarak anlamadım. Kitap bence ilginç bir kitap her ne kadar Eissler in bakış açılarını her zaman paylaşmasam da... Kitapta ünlü bir doktor olan Wagner-Jauregg in ( 1927 yılında Nobel ödülünü alıyor) Walter Kauder adlı bir hastanın şikayeti üzerine yargılanması mahkeme tutanaklarıyla tekrar gündeme getiriliyor. Bilirkişi olarak Freud un atanmış olması biraz tuhaf aslında ama mahkemede geçen konuşmalar zamanın zihniyetlerini anlamak açısından bence önemli.
Aslında 20.yüzyıla kadar Batı nın ruh hastalıkları hakkında ciddi bir konsepti yok. Hala da bence son derece eksik oldukları bir alan, ama bu tamamen bilim teorisiyle ilgili bir durum... Alternativ tıbba merak salanlar Avrupa da burdan çok daha fazla. (Geçenlerde psikoloji ile bir bölüme baktım, insan ruhu bilimi demek olan eski yunancadan aşırılmış kelime altında karşıma çıkan sadece sıçanlar...:-) Rats, rats, rats...:-) 'Skinner s rats' diye hitap ediyordu bir broker bir filmde bürosunda çalışanlara...) Dişi sıçanlar karanlıkta ve kalabalıkta 'depressiv' oluyorlarmış, Allaallah ne kadar enteresan! Buna benzer dünya kadar saçma sapan 'bilimsel' deney var. Zaten amaç bilim değil, dişi, depressiv sıçanlara hangi madde verilirse, asıl amaç olan madde ye (para) en kolay yoldan nasıl ulaşılır?
Yani yine bir tür ilkel 'simyacılık' yapılıyor? Kitle kapitalizmi en çok parayı
'herkes' için geçerli olandan (ki eğer öyle birşey varsa) vurduğu için böyle bir anlayış var... Utilitarizmin ve protestan kapitalizminin işbirlikteliği yaptığı tuhaf bir alan var...
Konuya dönelim. Kitapta yargılanan şahıslar benim için önemli değil, ama zihniyetler, konuşmalar ve insana bakış önemli... Batılı toplumlar çok özel toplumlardır, çok özel bir yapıları ve tarihleri var. Bence bu şimdiye kadar yeterince incelenmedi.
***
Birinci Dünya Savaşı ndan sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğu nun hakimiyet sürdüğü birçok yer elden çıkmıştı. 1918 yılının, Kurt R. Eissler, Avusturya için kısmen İkinci Dünya Savaşı sonrasından daha zor olduğunu yazıyor. İkinci Dünya Savaşı gerçekten çok ön planda genellikle, halbuki Birinci Dünya Savaşı daha az önemli veya daha az ilginç değildi.
Kurt R. Eissler, doktor ve psikoanalist, 1938 yılında Viyana dan New York a kaçmak zorunda kalanlardan Nazi rejimi yüzünden. 17 Şubat 1999 yılında vefat etmiş New York Times ın 20 Şubat 1999 tarihli bir yazısından anladığımıza göre. Library of Congress deki Freud Arşivi ni kurduğunu biliyoruz.
Yazdığı 12 kitap arasında
''Goethe: A Psychoanalytic Study'' 1961
'
Leonardo da Vinci' 1961
'Medical Orthodoxy and the Future of Psychoanalysis' 1965
'Sigmund Freund und die Wiener Universitaet' 1966
'Discourse on Hamlet and Hamlet' 1971
''Talent and Genius: The Fictitious Case of Tausk Contra Freud.'' 1971
Der sterbende Patient. Zur Psychologie des Todes, 1978
(The Psychiatrist and the dying Patient,1955)
Kurt R. Eissler şu anda elimde bulunan kitabın
(K.R.Eissler, Freud und Wagner-Jauregg vor der Kommission zur Erhebung militaerischer Pflichtverletzungen), Löcker Verlag, Wien 2007)
yazarı olarak geçiyor. Kitap Viyana da 2007 yılında basılmış. Bu nasıl oluyor, tam olarak anlamadım. Kitap bence ilginç bir kitap her ne kadar Eissler in bakış açılarını her zaman paylaşmasam da... Kitapta ünlü bir doktor olan Wagner-Jauregg in ( 1927 yılında Nobel ödülünü alıyor) Walter Kauder adlı bir hastanın şikayeti üzerine yargılanması mahkeme tutanaklarıyla tekrar gündeme getiriliyor. Bilirkişi olarak Freud un atanmış olması biraz tuhaf aslında ama mahkemede geçen konuşmalar zamanın zihniyetlerini anlamak açısından bence önemli.
Aslında 20.yüzyıla kadar Batı nın ruh hastalıkları hakkında ciddi bir konsepti yok. Hala da bence son derece eksik oldukları bir alan, ama bu tamamen bilim teorisiyle ilgili bir durum... Alternativ tıbba merak salanlar Avrupa da burdan çok daha fazla. (Geçenlerde psikoloji ile bir bölüme baktım, insan ruhu bilimi demek olan eski yunancadan aşırılmış kelime altında karşıma çıkan sadece sıçanlar...:-) Rats, rats, rats...:-) 'Skinner s rats' diye hitap ediyordu bir broker bir filmde bürosunda çalışanlara...) Dişi sıçanlar karanlıkta ve kalabalıkta 'depressiv' oluyorlarmış, Allaallah ne kadar enteresan! Buna benzer dünya kadar saçma sapan 'bilimsel' deney var. Zaten amaç bilim değil, dişi, depressiv sıçanlara hangi madde verilirse, asıl amaç olan madde ye (para) en kolay yoldan nasıl ulaşılır?
Yani yine bir tür ilkel 'simyacılık' yapılıyor? Kitle kapitalizmi en çok parayı
'herkes' için geçerli olandan (ki eğer öyle birşey varsa) vurduğu için böyle bir anlayış var... Utilitarizmin ve protestan kapitalizminin işbirlikteliği yaptığı tuhaf bir alan var...
Konuya dönelim. Kitapta yargılanan şahıslar benim için önemli değil, ama zihniyetler, konuşmalar ve insana bakış önemli... Batılı toplumlar çok özel toplumlardır, çok özel bir yapıları ve tarihleri var. Bence bu şimdiye kadar yeterince incelenmedi.
***
Birinci Dünya Savaşı ndan sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğu nun hakimiyet sürdüğü birçok yer elden çıkmıştı. 1918 yılının, Kurt R. Eissler, Avusturya için kısmen İkinci Dünya Savaşı sonrasından daha zor olduğunu yazıyor. İkinci Dünya Savaşı gerçekten çok ön planda genellikle, halbuki Birinci Dünya Savaşı daha az önemli veya daha az ilginç değildi.
2008-02-21
Gutachten von Freud vom 23.02.1920
Es ist interessant, dass mir schon wieder zufaellig ein Buch unter die Hand gekommen ist, von dem ich nicht die Absicht hatte, es gerade jetzt zu lesen.(K.R.Eissler, Freud und Wagner-Jauregg vor der Kommission zur Erhebung militaerischer Pflichtverletzungen), Löcker Verlag, Wien 2007) Es ist eigentlich das selber Thema von gestern und obwohl es dabei gar keine Absicht war...
Gegen Dr. Wagner-Jauregg (ein oberösterreichischer Arzt, der in Wien Karriere gemacht hat) wird nach dem ersten Weltkrieg eine Anklage erhoben, Patienten mit Elektroschocks gequaelt und auch zum Teil in Isolierhaft geschickt zu haben. Ein bekannter Fall war Walter Kauder, der dann mit Hilfe von Einstein in die U.S.A.
einwanderte.
Freud wird als Sachverstaendiger an das Gericht gebeten, was ich eigentlich erstaunlich gefunden habe, aber trotzdem nett...
Ja und heute am 20 Februar 2008 kommt sein Gutachten vom 23. Februar 1920 auf meinen extrem chaotischen Schreibtisch...Zufaellig... Dieser Zufall fasziniert mich gleichzeitig...
Gegen Dr. Wagner-Jauregg (ein oberösterreichischer Arzt, der in Wien Karriere gemacht hat) wird nach dem ersten Weltkrieg eine Anklage erhoben, Patienten mit Elektroschocks gequaelt und auch zum Teil in Isolierhaft geschickt zu haben. Ein bekannter Fall war Walter Kauder, der dann mit Hilfe von Einstein in die U.S.A.
einwanderte.
Freud wird als Sachverstaendiger an das Gericht gebeten, was ich eigentlich erstaunlich gefunden habe, aber trotzdem nett...
Ja und heute am 20 Februar 2008 kommt sein Gutachten vom 23. Februar 1920 auf meinen extrem chaotischen Schreibtisch...Zufaellig... Dieser Zufall fasziniert mich gleichzeitig...
2008-02-19
Dr Hermann Feodor Kvergic
Am Anfang habe ich nicht ganz ernstgenommen, dass ein Orientalist aus Wien eine Sprachtheorie über türkische Sprachen aufgestellt hat, die sensationell und provokativ war. Aber nachdem ich erfahren habe, dass er gleichzeitig auch ein Psychoanalytiker war, dann wurde es interessant. Und nachdem ich gelesen habe, dass er wahrscheinlich ein Psychopath war, interessierte ich mich nur noch mehr für ihn... Im Internet des Google s findet man über jeden Unsinn etwas... Dass dieser Unsinn so wenig vertreten war, hat mich nur noch neugieriger gemacht... Das Ganze wurde fast wie ein Krimiroman, als ich daraufkam, dass seine Diss aus dem Jahre 1927 verschollen ist. Was heisst das bitte? 1927 ist nicht so ein altes Datum...
Wir lesen sogar den Unsinn von Paul Schreber, warum dürfen wir den Unsinn von Dr. Kvergic nicht lesen? Ich glaube nicht, dass es verschollen ist...
Das letzte Lebenszeichen war von ihm ein Brief an Viktor Frankl aus London nach Wien im Jahre 1948.
Ich zitiere einen Satz aus diesem Brief, der mir sehr gut gefallen hat. Dieser Satz besagt so viel...
'Der Mensch ist ein tabu ausser als reine Materie.'
Der Satz ist kulturkritisch gemeint an der westlichen Moderne. Die Begeisterung über Naturwissenschaften war nur ein Deckmantel für die heissersehnten Wünsche des Westens, für die jahrhundertealten Wünsche... Die spezifische Trennung von Geist und Materie war eigentlich nur dafür gedacht über geistige Kraft an die materiellen Güter zu kommen, von denen der Westen so wenig hatte... Dass dabei der Mensch ein Tabu bleiben sollte, war klar. Denn wie denn sonst haette man die sog. 'Naturwissenschaften' wie eine Religion ankündügen können? Bei dem Menschen allein haette man sehen können, dass alles relativ war.
Wir lesen sogar den Unsinn von Paul Schreber, warum dürfen wir den Unsinn von Dr. Kvergic nicht lesen? Ich glaube nicht, dass es verschollen ist...
Das letzte Lebenszeichen war von ihm ein Brief an Viktor Frankl aus London nach Wien im Jahre 1948.
Ich zitiere einen Satz aus diesem Brief, der mir sehr gut gefallen hat. Dieser Satz besagt so viel...
'Der Mensch ist ein tabu ausser als reine Materie.'
Der Satz ist kulturkritisch gemeint an der westlichen Moderne. Die Begeisterung über Naturwissenschaften war nur ein Deckmantel für die heissersehnten Wünsche des Westens, für die jahrhundertealten Wünsche... Die spezifische Trennung von Geist und Materie war eigentlich nur dafür gedacht über geistige Kraft an die materiellen Güter zu kommen, von denen der Westen so wenig hatte... Dass dabei der Mensch ein Tabu bleiben sollte, war klar. Denn wie denn sonst haette man die sog. 'Naturwissenschaften' wie eine Religion ankündügen können? Bei dem Menschen allein haette man sehen können, dass alles relativ war.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)