Mondialisation etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mondialisation etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2007-10-13

Yazmak Yazamamak

Yazmak çok özel bir hayat şekli gerektiriyor. Normal hayat yaşayan bence yazamaz, yazan da normal hayat yaşayamaz... (Orhan Pamuk un romanları bir yerden sonra mesela bu yüzden çok sıkıcı oluyor bence, yaşanmamışlık var bazı romanlarında, entellektüel, hassas burjuva erkeğinin iş ve düzen hırsı ile yazılmış romanları olarak karşımıza çıkıyor onun romanları...) Ama ikisini aynı anda yapmaya da imkan yok...
Gerilim...gerilim...grlm... Yaşam ile yazmak arasında hep bir gerilim olacak bence...
Asıl konuya dönelim. (Arada yazamadığım çok konu var ama yine de bugüne dönmemiz lazım) Bugün Bayram. Bayram ın 2. günü. 13 Ekim 2007 Cumartesi. Eskiden bayramlardan hiç haberim olmazdı. Tesadüfen öğrenince de, üzülürdüm. İçim cıız ederdi. Şimdi de içim sevinç dolu değil, artık çocuk değilim, kimse bana yeni elbiseler almıyor Bayramlar da :-) Alan olsa da, çocukluğumdaki sevinç ile bir olabilir mi hissedilen ? Olamaz.
Konu bu da değil. Konu 'Eid ül Fıtr' lafı! Doğru yazıp, yazmadığımı bilmiyorum...
Dün yine tesadüfen Koç Bienali nin (Pardon ama Istanbul Bienali olmuyor artık o. Afişler inanılmaz kötü idi. Şimdiye kadar gördüğüm en kötü Istanbul Biennali afişleri. Bir firmanın 50.yıl kutlaması falan gibi... Firmaların reklam olsun diye yaptığı kutlamalar vardır, onlara benzemiş. Ama zaten biz hepimiz Koçistan da yaşamıyor muyuz ? Hepimiz bir Koç vatandaşı değil miyiz ? Evet, içimizde 'SA' cılar da var... Mesela T.C. nin ismini TürkiyeSA diye değiştirsek Türk bayraklarına sponsorluk alıyır mıyız acaba Sabancı Teyze mizden ? Ayşe Teyze değil tabii Sabancı Teyze... Ne diyeceği, ne düşüneceği önemli...) programına bakarken okudum bu lafı...
(Ahhh ahh... Istanbul da sanat biraz zor iş, vicdanı ve beyni olanlar için bence. Çünkü sanat sadece para ve eğitim işi değildir. Bunların zaten olması gerekir ama yetmez...)
Yine konudan saptım...
Efenim seneler evvel bir Almanca Kursu nda Mısırlı çok tatlı bir kadın bana islamın bir bayramını tarif etmeye çalıştı. Onu anlamakta güçlük çekiyordum çünkü Almancası yeterince iyi değildi, benim de Arapçam yoktu. Yine de tabii birşeyler anladım. Çünkü çok candan bir şekilde, vurgulu bir mimik ve gestikle, yani bütün vucüdü ile konuşuyordu. Bana birşeyler tarif etmeye çalışıyordu. Ben anlamakta güçlük çekiyordum. Yarım, yamalak birşeyler anladım ama yine de aradaki kültür farkının gerçekliği beni şaşırttı ve de üzdü.
***
Türkler her konuda zil! Evet, bunu iddia ediyorum.
İslam Araplar üzerinden Türk kavimlerine geçti. Bu biliniyor. Ama madem başka bir dilden birşey ithal ediyorsun, bari araştır,incele, doğrusunu öğren... Yok biz Türkler okumadan herşeyi biliriz. Araştırma, kafa karıştırma ile aynı manaya gelir çoğunlukla...
İslami bayramlar konusunda bile kültür farklılıkları öne çıkıyor multikültürel ortamlarda... Tabii bunlar multikültürel ama akademik olmayan ortamlar, ki bu da bence çok önemli...
Hala bu kelime ne demek bilmiyorum aslında 'Eid ül Fıtr'...

2007-10-07

İkea nasıl Mikea oldu?

Türkiye ye gelen her yabancı şirket bir şekilde burdaki bir grup ile çalışmak zorunda maalesef. İsveçli şirket Ikea normalde zengin sınıfa değil orta sınıfa hizmet eden bir mağazadır. Bu onların felsefesidir. Bunu da herkes bilir. Oligarşi ile yönetilen Türkiye de herşey oryantalist bir çılgınlığa dönüşüyor ve olay çığrından çıkıyor. Mapa Maya Grubuna ait bir şirket ve nasıl oluyorsa Türkiye deki IKEA dünyanın başka yerindeki IKEA lar gibi işlemiyor.
Ne oluyor Istanbul Ikea da? Birileri toptan alıp, tekrar mı satıyor da malları durmadan
herşey eksik ? Üç ürünün ikisi yok ortada. Bir tanesinin de parçaları yok. Fiyatlar kısmen Avrupa dan daha yüksek ? Nasıl oluyor bu?

Yukarıdaki linkte 2005 yılında Capital diye bir ekonomi dergisinde çıkmış bir yazı var. Ikea Istanbul un öteki Ikea lardan farklı olmayacağına dair bir sözü var yerli ortak şirketin. Ama farklı!!!!

***

Bu konuda da daha çok yazılır ve zaten uzun süreden beri aklımda olan bir konu idi ama yine vakit yok... Sonra...

2007-07-10

IMF ve Türkiye

Bugün yazmak istemiyordum. Bugün medyadan uzak durma günüm idi ama başaramadım. Aşağıda birbirleriyle ilgili bir haber ve bir yorum var. Yorum o haber üzerine yapılmamış belki ama ilgisi var.

Haberden bir cümleyi tekrarlamak istiyorum: '2000 yılı başında IMF ile toplam 26 ülkenin stand-by anlaşması bulunurken, IMF ile yola devam eden 8 ülke (Türkiye, Peru, Dominik Cumhuriyeti, Gabon, Irak, Makedonya, Paraguay ve Arnavutluk) bulunuyor.'

İşte arkadaşlar Türkiye bu grupta !!!!!!!! Gerçekleri görmenizi engelliyorlar, çünkü başka hiçbir yerde birkaç aile görülmedik derecede kısa zamanda, görülmedik paralar kazanamaz. Onlar da 'Aman hakimiyeti elimizde tutalım!' diye uğraşıyorlar.
Gabon bir Afrika ülkesi, oldukça küçük ve bir Fransız sömürüsü aynı zamanda.
Peru Latin Amerika da ciddi terör sorunları çeken, yine eski bir İspanyol sömürgesi.
Dominik Cumhuriyeti Amerikan sağına hayran, bir grup burjuvanın Amerikan himayesinde yaşadığı bir ülke.
Irak ın durumu ortada. Ben yine de hatırlatayım; 1989 da S.S.C.B. yıkıldı.
2003 Mart ında ABD İngiltere ve AB yi arkasına alarak Irak ı -bütün bilinen hukuk kurallarına aykırı olarak- işgal etti. Büyük Amerikan petrol şirketleri Irak halkının aptallığı ve aczi sayesinde petrolün yüzde 75 ine el koydu. Gerisi zaten önemli değildi.
Makedonya senelerdir Yunanistan ve Sırbistan arasında Balkanlarda sorunlu bir bölge. Ufak bir bölge.
Paraguay yine Güney Amerika da sol rejimler tarafından yönetilen Brezilya ve Arjantin in arasında sırtını biraz A.B.D. ye yaslamaya çalışan ufak bir ülke. A.B.D. tabii bu fırsatı kaçırmadı ve Latin Amerika da zaten 'şeytan' olarak ilan edilmiş baş sömürücüye karşı herkes ayaklanmışken, hafif sağa doğru şaşı bakan bu minik çöl çiçeğini tabii ki sulamak istedi. Yani bu ülkenin IMF ilişkisi olması doğal.

Ben bu işlerin uzmanı değilim ama yine de Avrupa da en bilgisizlerin bile bildikleri genel geçer şeyler bunlar. Yani Türkiye inanılmaz cahil bir ülke olduğu için sizlere herşeyi anlatabiliyorlar, yoksa biraz insanlar birşey bilse, ortada bu kadar ulu orta boş laf sallanılamayacak...
İşte Türkiye bu grubun içerisinde ve AB ye girmekten bahsediyor. O AB ye girmek olmaz. AB nin Türkiye yi ilhak etmesi ve bundan da bir kesimin çıkar umması olur...
Avrupa dakiler Türkiye nin aslında hangi kümede olduğunu bilmiyorlar mı ? Herkes biliyor. 80 Milyonluk ülkedeki cehalet akıl alır gibi değil.

Yaman Törüner in ilk cümlesine katılmıyorum. Bu konuda da çok şey yazılır. Çünkü Türkiye de senelerdir, 'Yaa bu her yerde böyle, devletin malı deniz, yemeyen domuz.' gibi sallama teoriler ortaya atılıyor. Hayır ! En son kümede kaldınız! Son 50 yıldır yönetilmiyor, 'deh deh' leniyorsunuz!
Artık ülkeyi vermekten başka çareniz kalmadı... (Törüner in haklı olduğu nokta CHP nin de benim düşlediğim sistem değişikliklerini yapabilecek bir parti olmadığı, ama halk isterse olur! 'Sen iste ey uyumayan halk, herşey olur ! Bakın KOBİlere nasıl para dağıtılıyor seçim paniği ile... Sen iste herşey olur! :-)
***
Türk ün biraz birşey okumuşu hep kendini A.B.D. ve İngiltere ile karşılaştırır. Popomla gülerim, hiç alakası yoktur bu karşılaştırılan ülkelerin birbirleriyle. Ama Türk burjuvası 'okumuş' u şunu söylemek ister aslında... 'Biz 'kendimize' Avrupa yı değil, İngiltere ve A.B.D yi örnek alıyoruz. Oralarda (Avrupa yı kastederek) biliyoruz halkçı ve
sosyalist düşünenler vardır biliyoruz ama işte biz 'zenginlerdeniz.''

(Zoorrrt...Ayy pardon istemeden oldu. )

Sanki bir taraftan AB ye girmek için uğraşanlar onlar değil... İkileme ve gerçeklerden kaçma psikolojik stratejilerine dikkatinizi çekerim... Türk 'zengini' Avrupai entellektüellikten sıkılınca kendisini Vahşi Batı (Texas Çiftlikleri mesela ) ya atmak ister... Kendini oralara atıp, bi rahatlamak, kendi kendine 'Ben üstünüm, ben üstünüm.' yapmak ister. Moral olsun diye...
İçin, için o da bilmektedir aslında söylediği herşeyin sallama olduğunu, ama sallamaya atlayan o kadar çok ki... 'Ama ben iyi durumdayım ya, önemli olan da bu!' der kendi kendine...

Asıl gerçek Türkiye nin istatiksel olarak yukarda belirtilen en son kümeye Gabon, Makedonya, Paraguay...vs. gibi ülkelerle ait olduğudur. İşin ilginç yanlarından biri IMF ile standby imzalayan ülkeler arasında işgal edilmiş Irak dışında bir Asya ülkesi olmamasıdır. Büyüklük olarak da Türkiye ye en yakın ülke Irak tır. Öteki ülkelerin hepsi Türkiye den küçük ülkelerdir ve stratejik konumları da Türkiye kadar önemli değildir.

Milliyet, 9 Temmuz 2007

ATO: IMF'ye 8.7 milyar dolar borç var

ANKARA ANKA


Ankara Ticaret Odası (ATO) tarafından hazırlanan araştırmaya göre, halen Türkiye'de 20'nci stand-by anlaşmasını uygulayan IMF'nin bu denetim ve gözetimi Mayıs 2008'e kadar sürecek.
Son 49 yılın yarısından fazlasında Türkiye ekonomisinin yönetiminde belirleyici olan IMF, özellikle 2000'li yıllarla birlikte dünyada giderek gözden düşerken, Türkiye'de ise arka arkaya 3 stand-by anlaşması yaptı. Brezilya ve Arjantin'in borçlarını ödemesinden sonra Türkiye, 'IMF'ye en fazla borcu bulunan ülke' konumuna geldi.
2007 Mayıs sonu itibariyle Türkiye'nin IMF'ye toplam 8.7 milyar dolar borcu bulunuyor. Türkiye, kalan borcu için IMF'ye toplam 1 milyar dolar faiz ödeyecek. Türkiye ödediği faizle, IMF'nin cari harcamalarını finanse eden tek ülke konumuna da geldi. Rapora göre, dünyanın en yüksek nominal faizini vermeye devam eden Türkiye, yaşanan onca krize ve ödenen yüksek faturaya rağmen hâlâ yüzde 11-12 düzeyinde ve dünya ortalamasının üzerinde bir reel faiz ödemeyi sürdürüyor.
2000 yılı başında IMF ile toplam 26 ülkenin stand-by anlaşması bulunurken, IMF ile yola devam eden 8 ülke (Türkiye, Peru, Dominik Cumhuriyeti, Gabon, Irak, Makedonya, Paraguay ve Arnavutluk) bulunuyor.

Millyet, Yaman Törüner, 9 Temmuz 2007

Ülkeyi kim yönetecek?

Ülkeleri yönetenlere bakınız. Bütün dünyada ülkeler elit bir sınıf tarafından yönetilir. Bu sınıf, bürokratlar, medya sahipleri ve çalışanları, yargı organları üyeleri, üniversite mensupları, sanatkârlar ve bunları finanse edenler ile ülkenin zenginleri tarafından oluşturulur. Gelişmekte olan ülkelerde, bu sınıfa "silahlı kuvvetler"i de eklemek gerekir. Zaten, anayasalar da bu esasa göre hazırlanmıştır.
Ülkelerin yönetim biçimi ister demokrasi ister krallık olsun, bu güçler her zaman sahnededir. Aslında, demokrasi denilen şey, "kral"ın belli bir süre için seçilmesi ve zamanı gelince değişim olanağının korunmasıdır. "Güçler ayrılığı" sistemi, hâkim sınıfların birbiri üzerinde olası baskı ve hâkimiyetini önlemek üzere getirilmiştir. Özerk kurumlar bulunması, seçilmiş bir meclisin olması, ülkenin meclisin seçeceği bir hükümet tarafından yönetilmesi ile tarafsız ve anayasayı savunan bir cumhurbaşkanının bulunması, "güçler ayrılığı" sisteminin bir gereğidir. Bunlara, "milli güvenlik kurulu" ve "anayasa mahkemesi" gibi kurumları da ekleyebiliriz.

Oy kapma uğruna...
Siyaset adamları genel olarak yönetici sınıfın temsilcileridirler. Halka söylenmesi gerekeni söyler, ama denileni yaparlar. Bu yüzden, halk, haklı olarak, çoğu zaman siyasetçilerin söylediklerine inanmaz. Yine bu yüzden, siyasetçiler "iş yapacak" değil, "denileni yapacak" kişiler arasından seçilirler.
Halkın, yönetici sınıfın istekleri doğrultusunda çalışmama olasılığı olan siyasetçileri seçme olanağı da vardır. Bunu engellemek için gelişmiş ülkelerde, seçilebilecek kişi sayısı mümkün olduğu kadar azaltılır ve rakiplerin tümü, hâkim sınıf tarafından kontrol edilir. "Başkanlık" sistemi" sayesinde aday sayısı ikiye düşürülerek bu iş çok daha kolay yapılır. Örneğin, ABD'de başkan adaylarının ikisi de kontrol altındadır. ABD'deki Demokrat ve Cumhuriyetçi partiler ile İngiltere'deki Muhafazakâr ve İşçi partilerinin görüşleri çok farklı değildir. Hatta, çoğu zaman olaylar karşısında, daha önce rakiplerinin savunduğu görüşleri savunurlar.
Bizde de bu anlamdaki demokrasi yerleşiyor. Oy kapma uğruna, vatandaş satın alınmaya çalışılıyor. Vatandaşa doğru söylenmiyor. Gerçekler saklanıyor. Örneğin, kamusal alanlarda "simge haline gelmiş bulunan başörtüsü" yasağını kaldırmaya kimsenin gücü yetmez. Ama, bu konuda söz veriliyor. Aslında, "simge" biçiminde olmasa, "başörtüsü" için kimse bir şey demezdi. Hatırlanırsa, eski solcular da birbirlerini yanlardan sarkan bıyıklarıyla tanırlardı.

IMF ile beraberiz
Aslında, ekonomiyi ve yerleşmiş ekonomik kuralları hiçbir parti değiştirmeyecek. Yani, kim gelirse gelsin, yabancılar tarafından sağlanan bu ekonomik iyileşme devam edecek. IMF ile bir süre daha beraberiz. Mazotu bir liraya indirmek gibi, dengeleri bozacak işler, yapılamayacak. Çünkü, bütçe gelirlerinin bir bölümünün, belli bir işe tahsis edilmesi dönemi bitti. Rahmetli Özal, kurduğu fonları kullanarak bütçe dışı işler yapabiliyordu. Özal'dan sonra, fonlar iyi yönetilemeyince, bütçe disiplini de bitti. Sıkıntılar yeni aşıldı ve yeni fonlar oluşturulmasına izin verilemez.
Kim mi kazansın? Tayyip Bey'i, Deniz Bey'i ve Devlet Bey'i kafanızda yan yana oturtun. Kimi "başbakan" görmek isterseniz ona oy verin. Artık, hiçbirinin hâkim sınıfları karşısına almaya çalışacağını sanmıyorum.

2007-06-23

Oyak gitti Ay EN Cİ geldi!

Yukarıda verdiğim linkte ING Bank ın internet sayfası var. 'Yeni efendiler' Oyak Bank tan daha demokratik davranarak sayfalarına bu konu hakkında bir webcast koymuşlar. Seyredin.
Beni ama aşağıda verdiğim Taha Akyol un 'Küresel çağda milliyetçilik' yazısını eleştirmeye iten sadece Oyak ın satışı değil. Yiğit Bulut un Radikal de bir cümlesi vardı bu konu hakkında. Oyak Bank ın satılması önemli bir psikolojik yüktür manasında. O cümleyi şimdi tam olarak hatırlamıyorum ama bence de öyle.
Aşağıdaki yazı bana bildik zihniyetleri 'deconstruct (parçalarına ayırma) etme imkani verdiği için mutluyum. Kimse kusura bakmasın.

Bir kere 'çağ' kelimesi bu ülkenin zihniyet ufuklarının darlığını tanıyanlar için kulak tırmalıyıcı bir kelimedir. Meşhur cüce ve toparlak başkanımız Özal da 'Çağğğğğ atlatırdı' bu ülkeye. Türk burjuvası 'şehir' de olanlara sonradan katılmaya çalışan biraz kompleksli bir taşralı gibi davrandığından hep 'yakalayacağı' bir 'çağ', 'bir sosyete' olduğunu düşünür Avrupa da. Bu 19.yüzyılda biraz böyle idi. Biz şu anda 21.yüzyılın başındayız.
Yani arada olanları yine kaçırdınız ve hala kendinizi 19.yüzyılda ve biryerlere 'erişiyor' zannediyorsunuz. Ödünç aldığınız kelimeler bugünün gerçeklerini yansıtmıyor. Tarihsel hayal kırıklıkları ve isteklerin karışımı hislerle dokunmuş bu kelimeler.
O zamanki Fransız menşeili pozitivizm denen düşünce akımını kendisine 'uygun' bulmuş olan bürokratlar doğulu bir zihniyetle o anki 'doğru' nun hep geçerli kalacağını düşündüler... Ayrıca asker bürokratlar bir ülkenin kültürel vicdanı ile hesaplaşmasını yapabilecek kişiler değillerdir.Bu onların görevi de olamazdı. Çünkü 'all-in one' bir insan yoktur, bulaşık deterjanı vardır :-) Yani Türkiye nin kültürel dünyası hep biraz kırık, biraz güdük, biraz mahzun, geçmişi ile küs kaldı. Çıkan birçok sorunda bu kültürel hazımsızlığın bir sorunu aslında... Kendini Batı ya karşı kendi dili ve düşüncesi ile ifade edememe sorunu. Kendini başka bir kültürün kelimeleri ile tanımlama durumu. Buna karşı içine kapanmak olmazdı, bu doğru. Ama bence bu konu ile yeterince uğraşılmadı.
Şimdi Taha Bey in kendini içinde gördüğü 'Küresel çağ' ve beni de içerisinde gördüğü 'anti-küreselciler' kavramları Türkiye için bire bir Batı dan kopyalanamaz. Bir kere ben klasik bir anti-küreselci değilim, interneti çok seviyorum. Uçmayı (fazla sık olmadıkça) ve haberleşmeyi seviyorum. Bu 'çağın' nimetlerinden oldukça faydalanmış biriyim ve bu blogla da aslında faydalanmaya devam ediyorum.
Ama işte bu sebeplerden dolayı da Türkiye nin kendi kendini zannetmeye çalıştığı yerde olmadığını biliyorum.
Hindistan zekice davrandı mesela, Çin keza. Çinliler canlarını dişlerine takarak çalışıyorlar devletin zenginliği için. Bizde ise zümreler kendi çıkarları için devleti hortumluyorlar, insanları da uyutuyorlar... Sorun bu.
Milliyetçilik başka bir şey, zayıf gördüğüm devletin temsil etmesi gereken kesimin haklarını bir aydın olarak korumaya çalışmak başka birşey benim için. Doktara tezim zaman olarak 1789 -1989 aralığını baz alıyordu, yani Fransız Devrimi ndan S.S.C.B. nin terkedilişine kadar olan dönemi. Bir savaş oldu ve galip gelenler S.S.C.B. nin coğrafyasından bir kısmını kendi topraklarına geçirdiler.
Türkiye için böyle birşey söz konusu olamaz. Bazı yazarların Türkiye yi Estonya ile karşılaştırmaları benim için anlaşılabilecek birşey değildir.
Yani dünya böyle hep sergilemeye çalıştığınız toz pembe bir barış halinde yaşamıyor.
***
8,3 Milyar dolar dış yatırım 80 Milyonluk bir ülke için azdır aslında eğer gerçekten Avrupa daki kurallarla yapılmakta ise herşey. Yani sermaye büyüme payını getirip, tekrar kendi ülkesinde harcıyorsa. Büyüdükçe daha çok vergi veriyorsa. Aslında ama buna mecbur değil şu anda sermaye. Sermaye istediği yere gider. Ama Türkiye deki insanlar istedikleri yere gidemezler.
'Biz' (ki dolaşmakta serbest olan 'sermaye' % 70 inin pasaportunun olmadığı Türk vatandaşı değil!) dışarı veriyoruz, onlar da içeri getiriyorlar.' bir durum yok ortada. Yani 'biz' komşuya biraz baklava götürüyorsak, komşu da 'bize' getiriyor gibi! Ne var bunda kızacak canım! 'Bu solcular da zaten pek cimridirler, onlar yüzünden fakir kalacaz valla!' gibi değil olay...

Şu anda savaşı kazanan taraf o kadar güçlü ki, daha fazlasını da 'topraklarına' katmak istiyor. Türkiye Huntington un seneler evvel yazdığı gibi bu senaryodaki sorunlu bölge.

Aynı zamanda en çok kazandıran 'casino' lardan biri. Yabancı sermaye kendi bölgesinde bu kadar çok para kazanamayacağı için buraya geliyor.

Herkes biliyor ki gelişmiş, sağlam ekonomilerde, gelişmemiş, stabil olmayanlardaki kadar para kazanılmaz. Avrupa da kim onlara bu faizi verecek ki?

Artı ordaki anti-küreselciler bunun için (yani sermaye yoksul ülkelere gidiyor diye) hop oturup, hop kalkmıyorlar. Tam tersine onlar hangi ülkenin, hangi durumda olduğunu çok iyi biliyorlar. Türkiye bir dosya, masada duruyor. Türkiye deki gelir dağılımını herkes biliyor. Artı bu insanlar hergün sizin görmeye, düşünmeye tahammül edemediğiniz fakir Türkler ile içiçe yaşıyor. Onlar (Avrupalı ların bir kısmı) ne sizin gibi 'liberal', ne de AK partililer gibi 'dindar' olmadıkları için, o Türklerin halini çok iyi anlıyorlar. Ülkelerinden atılmış o insanların ülkedeki bozuk düzenin kurbanı olduğunu çok iyi biliyorlar. Onlar sadaka da vermek istemiyorlar fakir Türklere AKP nin yaptığı gibi. Onların bir kısmı sizden daha vicdanlı aslında. Ama kendi verdikleri vergilerle, aslında Türk devletinin üstüne düşen görevin yapılmasına karşılar, bunda da bence haklılar. Kimse sizin 'kapitalist işadamlarının' 'charity' lerini ciddiye almaz Avrupa da, burda durmadan kendi gazetelerinizde basıp durduğunuz... 'Devlet' sizin zannettiğiniz şey değil Avrupa da.

Küresel çağda milliyetçilik

KAPİTALİST işadamlarımız 2005 sonuna kadar yabancı
ülkelere 8.3 milyar dolar yatırım yapmış! Bu rakam belki
şimdi 10 milyar dolara yaklaşıyordur.
Bu paraları Türkiye'de kazanıyorlar; götürüp yabancı ülkelere
yatırıyorlar!
Bunun için kızıyor musunuz?
Şimdi, aynı madalyonun öbür yüzüne bakalım:
ING Bank da Hollanda'da kazandığı paralardan 2.7 milyar
doları getirip Türkiye'ye yatırıyor!
2006 sonuna kadar Türkiye'ye yatırım için gelen yabancı
sermaye miktarı 20 milyar dolardır! Borsada 'oynayan' sıcak
para hariç!
Onlar da kendi ülkelerinde kazandıkları 20 milyar doları
getirip buraya yatırıyor!
Gelişmiş ülkelerdeki anti küreselciler "Bizim milyarlarca doları
alıp yoksul ülkelere götürüyorsunuz!" diye hop oturup hop
kalkıyor!
Bizdekiler de "Getiriyorsunuz" diye hop oturup hop kalkıyor!
Cumhuriyet gazetesi dün "yabancı işgali" diye manşet atmıştı!
Küresel dinamikler
1937'de Atatürk'ün "Milli itibarımızı gösterir" diye haklı olarak
övündüğü 150 milyon marklık kredi, bugün bir tek Koç, bir
tek Sabancı için bile küçük rakamdır!
Böyle bir dünyada Türklerin burada kazandıkları paralarla
Rusya'da mağaza zinciri, Almanya'da elektronik fabrikası,
Azerbaycan'da banka, Romanya'da tekstil fabrikası kurmaları
ne ise, yabancı sermayenin de Türkiye'ye gelip yatırım
yapması odur!
Sermaye nereyi güvenli ve kârlı buluyorsa oraya yatırım
yapıyor. Yatırıma bizim ihtiyacımız varsa biz de bunun siyasi
ve hukuki iklimini hazırlamalıyız elbette.
Avrupa ve Amerika'da bilgisayar yazılım sektöründe ücretler
çok yüksek olduğu için şirketler bu işlerini Hindistan'da
yaptırıyorlar; saat farkından dolayı, sabahleyin ekranlarında
hazır buluyorlar.
Hindistanlı yazılımcılar bu işten 24 milyar dolar kazanıyor!
Küreselleşmenin basit bir örneği...
Sanayi devrimini kaçırmamızın bize ne büyük facialara mal
olduğunu hatırlayarak çağımızdaki küresel sermaye ve
teknoloji dinamiklerinden yararlanma fırsatını kaçırmamalıyız!
Yarış duygusu
Milliyetçiliği eğer ruhen içe kapanma ve kapalı ekonomi gibi
anlarsak, bu coğrafyada bizim varacağımız yer sadece
yoksulluk olmaz, siyasi istikrarsızlık olur, hatta belki de etnik
iç kavgalar olur! Yaratıcılığı ve sosyal dinamizmi boğan bir
otoriterlik olur! Türkiye büyük zarar görür.
Kızıl Çin'in yılda 50 milyar dolar dış yatırım aldığı bir dünyada
elbette yabancı sermayeyi bizim de çekmemiz ve bizim de
dışarıda yatırım yapma gücüne sahip olmamız lazımdır.
Milli ekonomi mutlaka büyük bir şirket gibi kârlı ve küresel
çalışmalıdır. Aynı zamanda "millet" bir sosyal organizmadır.
Robert B. Reich, "The Works of Nations" adlı eserinde,
küreselleşmeye en açık toplumlarda bile "milli aidiyet"
duygusunun, "vatanseverliğin" yapıcı rolünü ve krizlerden
çıkmadaki büyük katkısını anlatır.
Küreselleşmiş şirketlerimiz Türk kültürü için de kazançtır.
Türk kültürünü, Osmanlı medeniyetini, modern Türkiye'yi
tanıtmak için dünya başkentlerinde sergiler ve paneller
düzenleyenler, kürsüleri finanse edenler onlardır! Dünya
piyasalarında kâr için, dünya kültür arenalarında milli
kültürümüz için rekabet dürtüsü!
Çağımızda doğru milliyetçilik bu yarış duygusudur; insanlık
ailesi içinde, ekonomik ve kültürel yarış duygusu...

Akyol; Küresel çağda milliyetçilik

Bu yazı hakkında yazacağım... Reklamlardan sonra...
MİLLİYET İNTERNET 06/23/2007


Taha AKYOL Objektif

Küresel çağda milliyetçilik

KAPİTALİST işadamlarımız 2005 sonuna kadar yabancı
ülkelere 8.3 milyar dolar yatırım yapmış! Bu rakam belki
şimdi 10 milyar dolara yaklaşıyordur.
Bu paraları Türkiye'de kazanıyorlar; götürüp yabancı ülkelere
yatırıyorlar!
Bunun için kızıyor musunuz?
Şimdi, aynı madalyonun öbür yüzüne bakalım:
ING Bank da Hollanda'da kazandığı paralardan 2.7 milyar
doları getirip Türkiye'ye yatırıyor!
2006 sonuna kadar Türkiye'ye yatırım için gelen yabancı
sermaye miktarı 20 milyar dolardır! Borsada 'oynayan' sıcak
para hariç!
Onlar da kendi ülkelerinde kazandıkları 20 milyar doları
getirip buraya yatırıyor!
Gelişmiş ülkelerdeki anti küreselciler "Bizim milyarlarca doları
alıp yoksul ülkelere götürüyorsunuz!" diye hop oturup hop
kalkıyor!
Bizdekiler de "Getiriyorsunuz" diye hop oturup hop kalkıyor!
Cumhuriyet gazetesi dün "yabancı işgali" diye manşet atmıştı!
Küresel dinamikler
1937'de Atatürk'ün "Milli itibarımızı gösterir" diye haklı olarak
övündüğü 150 milyon marklık kredi, bugün bir tek Koç, bir
tek Sabancı için bile küçük rakamdır!
Böyle bir dünyada Türklerin burada kazandıkları paralarla
Rusya'da mağaza zinciri, Almanya'da elektronik fabrikası,
Azerbaycan'da banka, Romanya'da tekstil fabrikası kurmaları
ne ise, yabancı sermayenin de Türkiye'ye gelip yatırım
yapması odur!
Sermaye nereyi güvenli ve kârlı buluyorsa oraya yatırım
MİLLİYET İNTERNET 06/23/2007 06:35 PM
http://www.milliyet.com.tr/Print/print.asp Page 2 of 2
Yazarın eski yazılarına ulaşmak için tıklayın
yapıyor. Yatırıma bizim ihtiyacımız varsa biz de bunun siyasi
ve hukuki iklimini hazırlamalıyız elbette.
Avrupa ve Amerika'da bilgisayar yazılım sektöründe ücretler
çok yüksek olduğu için şirketler bu işlerini Hindistan'da
yaptırıyorlar; saat farkından dolayı, sabahleyin ekranlarında
hazır buluyorlar.
Hindistanlı yazılımcılar bu işten 24 milyar dolar kazanıyor!
Küreselleşmenin basit bir örneği...
Sanayi devrimini kaçırmamızın bize ne büyük facialara mal
olduğunu hatırlayarak çağımızdaki küresel sermaye ve
teknoloji dinamiklerinden yararlanma fırsatını kaçırmamalıyız!
Yarış duygusu
Milliyetçiliği eğer ruhen içe kapanma ve kapalı ekonomi gibi
anlarsak, bu coğrafyada bizim varacağımız yer sadece
yoksulluk olmaz, siyasi istikrarsızlık olur, hatta belki de etnik
iç kavgalar olur! Yaratıcılığı ve sosyal dinamizmi boğan bir
otoriterlik olur! Türkiye büyük zarar görür.
Kızıl Çin'in yılda 50 milyar dolar dış yatırım aldığı bir dünyada
elbette yabancı sermayeyi bizim de çekmemiz ve bizim de
dışarıda yatırım yapma gücüne sahip olmamız lazımdır.
Milli ekonomi mutlaka büyük bir şirket gibi kârlı ve küresel
çalışmalıdır. Aynı zamanda "millet" bir sosyal organizmadır.
Robert B. Reich, "The Works of Nations" adlı eserinde,
küreselleşmeye en açık toplumlarda bile "milli aidiyet"
duygusunun, "vatanseverliğin" yapıcı rolünü ve krizlerden
çıkmadaki büyük katkısını anlatır.
Küreselleşmiş şirketlerimiz Türk kültürü için de kazançtır.
Türk kültürünü, Osmanlı medeniyetini, modern Türkiye'yi
tanıtmak için dünya başkentlerinde sergiler ve paneller
düzenleyenler, kürsüleri finanse edenler onlardır! Dünya
piyasalarında kâr için, dünya kültür arenalarında milli
kültürümüz için rekabet dürtüsü!
Çağımızda doğru milliyetçilik bu yarış duygusudur; insanlık
ailesi içinde, ekonomik ve kültürel yarış duygusu...
t.akyol@milliyet.com.tr

2007-06-16

ARI Hareketi kimler ile çalşıyormuş?

Yukarıda linkini verdiğim ARI Hareketi bağımsız bir sivil toplum hareketi imiş.

İşbirliği Yaptığımız Kurumlar
TÜRKİYE'DEN KURUMLAR

Türkiye Etik Değerler Merkezi Vakfı (http://www.tedmer.org/),

Kadın Adayları Destekleme Derneği (http://www.ka-der.org.tr/),

Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (http://www.tusev.org.tr/),

Sosyal Demokrasi Vakfı (http://www.sodev.org.tr/),

Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkesi (http://www.asam.org.tr/),

ABD'DEN KURUMLAR

ARI Vakfı (www.arifoundation.org),

Clinton Global Initiative (http://www.clintonglobalinitiative.org/),

East West Institute(www.ewi.info),

International Republican Institute (http://www.iri.org/),

National Democratic Institute (http://www.ndi.org/),

American Enterprise Institute (http://www.aei.org/),

Aspen Institute(http://www.aspeninstitute.org/),

American Council of Young Political Leaders (http://www.acpyl.org/),

Western Policy Center(http://www.westernpolicy.org/),

Heritage Foundation(http://www.heritage.org/),

German Marshall Fund of United States (http://www.gmfus.org/),

National Endowment for Democracy (http://www.ned.org/),

AVRUPA'DAN KURUMLAR

Avrupa Komisyonu(www.ec.europa.eu/index_en.htm),

Generation Europe Fondation(http://www.generation-europe.org/),

Centre for European Policy Studies (CEPS)(www.ceps.be),

Konrad Adaneur Vakfı(http://www.kas.de/),

Friedrich Naumann Vakfı(www.fnst.de),

Kokkalis Vakfı(www.kokkalisfoundation.gr),

Euro-Med Youth Platform(www.euromedp.org) ,

Robert Schumann Vakfı(www.robert-schuman.eu),

Chatham House (Royal Institute for International Affairs)(www.chathamhouse.org.uk),

Eliamep(www.eliamep.gr),

European Stability Initiative (http://www.esi.org/),

European Stability Initiative (www.esi.org),

European Policy Centre (EPC) (www.epc.eu),

Transatlantic Institute (www.transatlanticinstitute.org),

Center for European Reform(www.cer.org.uk),

The European Foundation for Democracy(www.democracyagenda.org),

Liberal Institute of Austria(www.liberales-institut.at),

LYMEC (European Liberal Youth)(www.lymec.org),

Center for Democracy and Reconcilliation in Southeast Europe (CDRSEE)(www.cdsee.org),

Organisation for Local Democracy Agencies(www.ldaaonline.org),

Jarl Hjalmarson Foundation of Sweden(www.hjalmarsonstiftelsen.se),

Women Without Borders-Austria (www.women-without-borders.org),

CIDI - The Netherlands (www.cidi.nl),

Körber Foundation (www.koerber-stiftung.de),

ORTADOĞU'DAN KURUMLAR

Begin Sadat Ctr. for Strategic Stu. (İsrail)(www.biu.ac.il/Besa/ ),

The Institute of Int. & Political Stu. (İran)(www.nira.go.jp/ice/nwdtt/2005/DAT/1143.html),

Israel Youth Exchange(www.youthex.co.il/Index.asp?CategoryID=62&ArticleID=38),

ULUSLARARASI KURUMLAR

Birleşmiş Milletler(www.un.org),

Dünya Bankası(www.worldbank.org),

Dünya Su Konseyi(www.worldwatercouncil.org)

2007-05-05

Kamboçya



Kamboçya ile ilgili olarak uzun süredir bir blog yapmak istiyordum ama olmadı. Şimdi de süper bir blog olmayacak, ama yine de yapmak yapmamaktan iyidir, diye düşünüyorum.
Kamboçya Vietnam ın komşusu. Laos ve Tayland ile de sınırı var. Kamboçya Asya da mevzi arayanların arasında kalmış sorunlu bir ülke. Pnom Penh başkenti.
Geçenlerde yine İHT de Kamboçya hakkında bir haber vardı. Çok kötü idi. Bir annenin bir mezardan yaptığı hırsızlığı anlatıyordu...
Sosyal boşluk. Bir ülke ne kadar fakir ve kendi içerisinde kötü yönetiliyorsa, o kadar çok sömürgeciliğe açık oluyor... Ama işte ordaki politik ve sosyal kültürün yeterli olmaması buna yol açıyor. Olay sadece politika da değil... Daha karmaşık.
Kızıl Hamer 1975 ve 1979 yılları arasında ülkede sadece tarıma dayalı bir düzen getirmeye çalışıyor, tabii işlemiyor. Pol Pot bildiğim kadarı ile Paris te okuyor Humeyni gibi ve bu şekilde radikalleşiyor. (Pol Pot Huntington ın 'Clash of Civilisations' kitabında vardı. Sol ve kötü bir örnek olduğu için herhalde özellikle vurgulanıyor ama bunun dışında da kötü bir modernleş(me)me tecrübesi sanırım.
Hiçbir sınıfı ötekine karşı oynamamak lazım... Herkesin bir yeri var toplumda... Çok banal ve basit geliyor belki şimdi bu laflar, ama o kadar çok insan boşuna öldü ki politika yüzünden, insanın yüreği dayanmıyor...
1979 yılında Vietnam ordusu tarafından Kızıl Hamer hükümetine son veriliyor ve Vietnam ordusu 10 sene daha kalıyor Kamboçya da.
Bir toplum Batı gelmeden evvel de kötü durumda ise, Batı geldikten sonra tabii ki daha iyi olmuyor. Burda Batı yı suçlamak boş. Olay sadece sömürenler ve sömürülenler tablosu değil. Ama yine de Batı ile buluşmanın bir 'crash' olduğunu kabul etmek gerekir Asyalı toplumlar için. Zihinsel bir şok aynı zamanda, sadece askeri üstünlük değil olay.
Pol pot ne düşündü de bu barbarlığı yaptı merak ediyorum.

2007-04-27

Meiji-Reform 1868

'Nach der Inthronisation des Kaisers Meiji wurde 1868 der Kaiser als wahrer Herrscher etabliert und das Amt des Shogun abgeschafft.'

2007-04-25

Essen der Missionare in Japan


'Wie konnte man den japanischen Besuchern der Missionsstation den Ekel nehmen, wenn sie mit ansehen mussten, wie dort Schweine, Ziegen und Kühe gehalten und geschlachtet wurden, um sie zu essen? Für einen Japaner stank es, wenn es auf europaeische Art und Weise mit viel Fett gekocht und gebraten wurde.'

2007-04-11

Jardin des Tuileries


Hayatimiza bir kere girmis olan ama üstünde durulmadigi icin unutulan ne kadar cok sey var kimbilir. Keske unutmamak mümkün olsa. Internet bence hem bilgi, hem de paylasma acisindan güzel bir ortam sagliyor.
Yukaridaki link sizi Paris te bir parka götürecek. Gerci "park" kelimesi ne kadar dogru bu saray bahcesi icin bilemiyorum. Eskiden romanlar vardi, insanlar gitmedikleri, görmedikleri yerleri hayallerinde canlandirmaya calisirlardi. Ama simdi internet var ve bir klik ile bircok seyden haberiniz oluyor.
Elfriede Jelinek (Orhan Pamuk tan evvelki 2006 Nobel ödüllü yazar) yeni romanini web sayfasinda yayinliyormus.