wikileaks.org un Almanca sayfasından alıntı.
'Wir sind davon überzeugt, dass eine Regierung, die auf Transparenz basiert, zur Verringerung von Korruption und zu einer stabileren Demokratie führt.
Regierungen, wie auch deren Bevölkerung, würden von erhöhter Kontrolle durch die globale Gemeinschaft profitieren. Diese Kontrolle erfordert vor allem Informationen – die bislang nur zu einem hohen Preis bezüglich der Menschenrechte und Menschenleben geliefert werden konnten. Wikileaks wird die nötige Sicherheit in der Bewegung des ethisch-moralischen 'Leakings' ermöglichen.
Wikileaks deckt 'undichte Stellen' in Dokumenten viel exakter auf, als Presseagenturen oder Geheimdienste es jemals könnten. Das heißt, dass Wikileaks der gesamten Globalen Gemeinschaft ein Forum bieten wird, um Dokumente und Artikel auf Glaubwürdigkeit, Plausibilität, Falsifizierbarkeit und Wahrheitsgehalt zu überprüfen. Sie wird in der Lage sein, Dokumente zu interpretieren und deren wahre Bedeutung der Öffentlichkeit zugänglich zu machen und zu erklären. Ein von der chinesischen Regierung verfasstes Dokument kann somit offen von der gesamten Gemeinschaft chinesischer Regierungskritiker überprüft und diskutiert werden. Ebenso kann ein iranisches Dokument von der Farsi-Gemeinschaft analysiert und in den richtigen Zusammenhang gebracht werden. Unsere erste Beispielanalyse ist verfügbar auf der news page (in Englisch), um einen Eindruck darüber zu vermitteln, was Wikileaks in Zukunft leisten wird.'
news etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
news etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2010-07-21
2010-06-01
Sevgili Günlük
Türkiye de gündem takip etmek ne zormuş!!! İnsanın hem bir taraftan ufku daralıyor, çünkü Türkiye dışında birşeyle ilgilenemiyorsun, hem de ardarda olan olmaması gereken şeyler insanda uzun bir süreden sonra kayıtsızlık yaratıyor.
Dün yakınımızdaki küçük camiinin minaresinde yeşil ışıklar vardı. Acaba kandil mi dedik, baktık, yoo hayır, hiç alakası yok. E niye durduk yerde yeşil ışık yanıyor diye insan merak etmez mi? Herhalde fetih ile ilgili olarak böyle birşey düşünülmüş, saçma ve vahim tabii...Ama ülkedeki cahilliğin ve aslında dinsizliğin seviyesini gösteriyor...
AKP krizde. Kafayı yemek üzereler, kendilerini köşeye sıkıştırılmış hissediyorlar, neden bilmiyorum. Çünkü aslında o kadar da kötü durumda değiller. Ama inanılmaz derecede totaliter bir zihniyetle herşeye, günlük hayata hakim olmak istiyorlar. Her yerde polis var. Polis tabii aslında normalde vatandaşa karşı değildir, ama bu ülkede polis ispiyoncu. 'Bi durum mu var?' bakışları yükseliyor polisten, normal günlük hayattaki AKP memnuniyetsizliği sözkonusu olduğunda.
Genel olarak ama zaten Türkler politika hakkında konuşmayı sevmiyorlar. Apolitik olmak rahat burjuva hayatının bir göstergesi olarak kabul ediliyor. Zaten paradan başka hiçbir şeyi takmayan bir kesim var. Bi de boş konuşmayı çok seviyorlar, atıp, tutmayı.
Onun dışında manalı aktiv olabilecek bir kesim yok Türkiye de. Bence Batılılar da bunun farkında.
En son Siirt milletvekili Erdoğan basına kızmıştı, Siirt teki rezaletleri yazıyorlar diye. Sonra Baykal ın kasedi çıktı ortaya. Ben şahsen şok oldum. Baykal ın istifa etmesi iyi oldu bence. Sonra maden işçileri öldü, başbakan yine saçma bir yorumda bulunda.
Buraya kadar tamam, ama bugün olanlar daha da beter. İsrail Türkiye ye saldırdı. Bu gerçekten bütün son haftalardakini aşıyor.
Arada bir ara eti ucuzlatmaya çalıştılar, populizme anıt olsun diye herhalde...Daha bu haberi okurken, kimbilir kimi zengin etmeye hazırlanıyorlar diye düşünürken, hemen bir 'halaaall' amca çıktı ortaya hazırda bekleyen...Milleti çok düşünürler canım...Çook...
Dün yakınımızdaki küçük camiinin minaresinde yeşil ışıklar vardı. Acaba kandil mi dedik, baktık, yoo hayır, hiç alakası yok. E niye durduk yerde yeşil ışık yanıyor diye insan merak etmez mi? Herhalde fetih ile ilgili olarak böyle birşey düşünülmüş, saçma ve vahim tabii...Ama ülkedeki cahilliğin ve aslında dinsizliğin seviyesini gösteriyor...
AKP krizde. Kafayı yemek üzereler, kendilerini köşeye sıkıştırılmış hissediyorlar, neden bilmiyorum. Çünkü aslında o kadar da kötü durumda değiller. Ama inanılmaz derecede totaliter bir zihniyetle herşeye, günlük hayata hakim olmak istiyorlar. Her yerde polis var. Polis tabii aslında normalde vatandaşa karşı değildir, ama bu ülkede polis ispiyoncu. 'Bi durum mu var?' bakışları yükseliyor polisten, normal günlük hayattaki AKP memnuniyetsizliği sözkonusu olduğunda.
Genel olarak ama zaten Türkler politika hakkında konuşmayı sevmiyorlar. Apolitik olmak rahat burjuva hayatının bir göstergesi olarak kabul ediliyor. Zaten paradan başka hiçbir şeyi takmayan bir kesim var. Bi de boş konuşmayı çok seviyorlar, atıp, tutmayı.
Onun dışında manalı aktiv olabilecek bir kesim yok Türkiye de. Bence Batılılar da bunun farkında.
En son Siirt milletvekili Erdoğan basına kızmıştı, Siirt teki rezaletleri yazıyorlar diye. Sonra Baykal ın kasedi çıktı ortaya. Ben şahsen şok oldum. Baykal ın istifa etmesi iyi oldu bence. Sonra maden işçileri öldü, başbakan yine saçma bir yorumda bulunda.
Buraya kadar tamam, ama bugün olanlar daha da beter. İsrail Türkiye ye saldırdı. Bu gerçekten bütün son haftalardakini aşıyor.
Arada bir ara eti ucuzlatmaya çalıştılar, populizme anıt olsun diye herhalde...Daha bu haberi okurken, kimbilir kimi zengin etmeye hazırlanıyorlar diye düşünürken, hemen bir 'halaaall' amca çıktı ortaya hazırda bekleyen...Milleti çok düşünürler canım...Çook...
2010-05-20
Goytisolo war in Istanbul!
2010-05-14
9_Mai_2010_Wahlen_in_Nordrhein Westfalen
http://www.wahlergebnisse.nrw.de/
Das vorläufige Landesergebnis (Zweitstimmen) stellt sich wie folgt dar:
Wahlberechtigte insgesamt 13.270.933 (100 %)
Wähler/-innen 7.872.862 ( 59,3 %)
Ungültige Stimmen 113.537 ( 1,4 %)
Gültige Stimmen 7.759.325
Von den gültigen Zweitstimmen entfielen
2.681.736 auf die CDU - das sind 34,6 %
2.675.536 auf die SPD - das sind 34,5 %
940.770 auf die GRÜNEN - das sind 12,1 %,
auf die FDP entfielen 522.437 Stimmen - das sind 6,7 %,
und die DIE LINKE hat 434.846 Stimmen errungen - dass sind 5,6 %.
Diese Parteien haben die für die Teilnahme am Verhältnisausgleich erforderlichen Stimmenanteile (Sperrklausel) erreicht.
9 Mayıs ta Almanya nın en büyük eyaletinde seçimler vardı. Yeşiller oylarını % 12 ye yükseltmişler, ki bu bence bir başarı. Burda çöp ayrımı bile yok, bazen kendimi kötü hissediyorum bu yüzden. Hele de sokak kedilerinin yiyecek ararken bazen bu yüzden yaralandıklarını duyduktan sonra...Türkiye nin vahşi gündeminden sonra böyle sorunları düşünmek hoş oluyor...
Das vorläufige Landesergebnis (Zweitstimmen) stellt sich wie folgt dar:
Wahlberechtigte insgesamt 13.270.933 (100 %)
Wähler/-innen 7.872.862 ( 59,3 %)
Ungültige Stimmen 113.537 ( 1,4 %)
Gültige Stimmen 7.759.325
Von den gültigen Zweitstimmen entfielen
2.681.736 auf die CDU - das sind 34,6 %
2.675.536 auf die SPD - das sind 34,5 %
940.770 auf die GRÜNEN - das sind 12,1 %,
auf die FDP entfielen 522.437 Stimmen - das sind 6,7 %,
und die DIE LINKE hat 434.846 Stimmen errungen - dass sind 5,6 %.
Diese Parteien haben die für die Teilnahme am Verhältnisausgleich erforderlichen Stimmenanteile (Sperrklausel) erreicht.
9 Mayıs ta Almanya nın en büyük eyaletinde seçimler vardı. Yeşiller oylarını % 12 ye yükseltmişler, ki bu bence bir başarı. Burda çöp ayrımı bile yok, bazen kendimi kötü hissediyorum bu yüzden. Hele de sokak kedilerinin yiyecek ararken bazen bu yüzden yaralandıklarını duyduktan sonra...Türkiye nin vahşi gündeminden sonra böyle sorunları düşünmek hoş oluyor...
2010-04-12
Gündem kırıntıları
Türkiye de sadece bir tek gündem var, o da Türkiye nin kendi sığ gündemi herhalde. Okunacak gazete bulamıyorum ben bu ülkede. Avrupa daki normal gazetelerdeki yurtdışı haberlerini bu ülkede ancak stratejik dergilerde falan görebiliyorsun, o da her zaman değil.
Ne Madeira adalarındaki su baskınları, ne Haiti deki deprem, ne de Katyn Katliamı bu ülkedeki insanların ilgisini çekiyor.
Katyn Katliamını anmak için Smolensk e giden Polonya elitinin uçağı düştü iki gün önce, ama bugün itibari ile Türkçe gazetelerde bu konu hakkında pek birşey yok. Katyn Katliamı bundan 70 yıl önce Rusya nın 20000 polonyalı askeri katletmesi üzerine oluşmuş bir katliam. Bir tuhaflık yok mu bu işte? Katyn Katliamı nı duymuştum ama 20000 insan korkunç bir sayı. Bu kadarını hayal bile edemezdim. Ama bu olayı anmak için oraya giden Polonya heyetinin hayatını kaybetmesi trajikomik. Veya şu anda bilinemeyen başka bir sebebi var...
Kırgızistan da uzun zamandır bir kaynama var, ama burdaki gazetelerde doğru, düzgün bir şey yazmıyor. Tabii ki haber olarak veriyorlar ama çok yüzeysel...Tayland daki protestoları burda kim merak ediyor ki...
BBC yi her zaman tarafsız bulmuyoruz, hatta bazen ben şahsen çok şaşırıyorum. Bazen o kadar konservativ haberler yapıyorlar ki, sadece 'yuhh!!' diyebiliyoruz, mesela İsviçre deki hayvan haklarını savunan avukatlar hakkında bir haberleri vardı ki, taş devrini aratmaz idi...Veya gerçekten hep söylendiği gibi kıta Avrupa sında iyi birşey olsun istemiyorlar mı, bilemiyorum.
Ama haber yelpazeleri geniş.BBC Türkçe de var...
Ne Madeira adalarındaki su baskınları, ne Haiti deki deprem, ne de Katyn Katliamı bu ülkedeki insanların ilgisini çekiyor.
Katyn Katliamını anmak için Smolensk e giden Polonya elitinin uçağı düştü iki gün önce, ama bugün itibari ile Türkçe gazetelerde bu konu hakkında pek birşey yok. Katyn Katliamı bundan 70 yıl önce Rusya nın 20000 polonyalı askeri katletmesi üzerine oluşmuş bir katliam. Bir tuhaflık yok mu bu işte? Katyn Katliamı nı duymuştum ama 20000 insan korkunç bir sayı. Bu kadarını hayal bile edemezdim. Ama bu olayı anmak için oraya giden Polonya heyetinin hayatını kaybetmesi trajikomik. Veya şu anda bilinemeyen başka bir sebebi var...
Kırgızistan da uzun zamandır bir kaynama var, ama burdaki gazetelerde doğru, düzgün bir şey yazmıyor. Tabii ki haber olarak veriyorlar ama çok yüzeysel...Tayland daki protestoları burda kim merak ediyor ki...
BBC yi her zaman tarafsız bulmuyoruz, hatta bazen ben şahsen çok şaşırıyorum. Bazen o kadar konservativ haberler yapıyorlar ki, sadece 'yuhh!!' diyebiliyoruz, mesela İsviçre deki hayvan haklarını savunan avukatlar hakkında bir haberleri vardı ki, taş devrini aratmaz idi...Veya gerçekten hep söylendiği gibi kıta Avrupa sında iyi birşey olsun istemiyorlar mı, bilemiyorum.
Ama haber yelpazeleri geniş.BBC Türkçe de var...
Din istismarı
http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=130426 de çıkan bir yazıyı koyuyorum buraya. Çok doğru bence.Kendisini şimdiye kadar tanımıyordum.
Özcan, AKP'den istifa etti
Ankara Milletvekili Zekai Özcan, sert eleştiriler yönelterek AKP'den istifa etti. AKP'nin Meclis'teki sandalye sayısı 336'ya düştü. Özcan "AKP kimsesizlerin kimsesi olmak yerine dindar ve yoksul Anadolu insanının hislerini istismar etti" dedi.
Alıntı yine adresini verdiğim yazıdan:
'Ekonomiye ilişkin eleştirilerde bulunan Özcan AKP'yi, kimsesizlerin kimsesi olmak yerine, 'mazlum, dindar, muhafazakar ve yoksul Anadolu insanının hisleri'ni istismar ederek ekonomik çöküşü örtmeye çalışmakla suçladı.'
Özcan, AKP'den istifa etti
Ankara Milletvekili Zekai Özcan, sert eleştiriler yönelterek AKP'den istifa etti. AKP'nin Meclis'teki sandalye sayısı 336'ya düştü. Özcan "AKP kimsesizlerin kimsesi olmak yerine dindar ve yoksul Anadolu insanının hislerini istismar etti" dedi.
Alıntı yine adresini verdiğim yazıdan:
'Ekonomiye ilişkin eleştirilerde bulunan Özcan AKP'yi, kimsesizlerin kimsesi olmak yerine, 'mazlum, dindar, muhafazakar ve yoksul Anadolu insanının hisleri'ni istismar ederek ekonomik çöküşü örtmeye çalışmakla suçladı.'
2010-02-04
Ömer Uluç_1931_2010_TR_Painter


http://tr.wikipedia.org/wiki/Ömer_Uluç
28 Ocak 2010 günü vefat eden Ömer Uluç için daha evvel bir blog yapmak istedim, ama anca bugün oldu.Kendi alanında nerdeyse tekti bence. Tamam ben çok ilgili değilim Türkiye deki sanat ile yine de, ötekilerden farklı olduğu belli idi, bence çok başarılı idi.
Bu aşağıdaki listeyi yukarıdaki adresten aldım. Check etmedim daha neler var. Bir de Wikipedia da sadece Hollandaca da biografisini buldum, hemen öteki dillerde de eklenmesi lazım bence....
Online sergileri
2001 Kare Sanat Galerisi
2003 AKM Sanat Galerisi
2003 Artı Mezat
2004 Kare Sanat Galerisi
2005 Kare Sanat Galerisi
2005 Artı Mezat
2005 Maçka Sanat Galerisi
2006 Mac Art Galery
2007 İstanbul-9 Vapuru
2008 Antik Park Fine Ard and Antiques
2008 Lebriz.com, dem-art
2008 Olcay Art
2009-11-19
We liked Shlomo Sand
Yesterday we have seen in 'Hard Talk' (BBC) Shlomo Sand. We didn t know about him, but I liked his way of arguing in many ways...Bibel, for example or another so called 'holy text' is not a historical book...
One couldn t read these texts as 'reality'. I mean they are more than this... They are not scientific or historical books, this would be ridiculous... And i also liked his argument about the end of the War.He said: 'If everybody could go to the U.S.A. in 1945, there would be not a state like Israel.' Maybe, I don t know, but it is true, that Western states have shaped the migrants and its survivors in the way that they would like to. I mean,
it is ridiculous to think that Israel is a religious wonder or the product of God Will or sth. like this. One should be very naive to think the political order has anything to do with God...The idea 'to free' Europe from jews is very old idea and has a concrete history.
In my view Israel is the fullfilling of the idea of to get rid of jews in Europe and make
a Western stationery in the Middle East.
One couldn t read these texts as 'reality'. I mean they are more than this... They are not scientific or historical books, this would be ridiculous... And i also liked his argument about the end of the War.He said: 'If everybody could go to the U.S.A. in 1945, there would be not a state like Israel.' Maybe, I don t know, but it is true, that Western states have shaped the migrants and its survivors in the way that they would like to. I mean,
it is ridiculous to think that Israel is a religious wonder or the product of God Will or sth. like this. One should be very naive to think the political order has anything to do with God...The idea 'to free' Europe from jews is very old idea and has a concrete history.
In my view Israel is the fullfilling of the idea of to get rid of jews in Europe and make
a Western stationery in the Middle East.
2009-03-07
Democrazy in Turkey instead of democracy
There is no democracy in Turkey, but a crazy demos... 'Demos' means people in old greek, but I don t see here normal people. Police is everywhere and almost every thing, and almost every person is under surveillance.
Today, once again, a left wing journalist, Mustafa Balbay has been arrested.
And I try to read the book 'Non-places' from Marc Auge; has nothing to do with Turkey but with my decentered I. I think also a blog post is a non-place and in this regard one can maybe say english is the non-language. Because it can be the language of everybody and nobody. One mustn be a native speaker to write or to think in english...
Today, once again, a left wing journalist, Mustafa Balbay has been arrested.
And I try to read the book 'Non-places' from Marc Auge; has nothing to do with Turkey but with my decentered I. I think also a blog post is a non-place and in this regard one can maybe say english is the non-language. Because it can be the language of everybody and nobody. One mustn be a native speaker to write or to think in english...
2009-02-26
THY is also not democratic
THY is also not democratic.( I mean of course Turkey)
Türkiye de medyayı unutabilirsiniz....
Türkiye de medyayı unutabilirsiniz....
2009-02-14
BBC seyrederken
Az evvel BBC de seyrettiklerim o kadar moralimi bozdu ki, yine kendimi bilgisayarın başında buldum.(Bugün yazmak istemiyordum veya bambaşka şeylerden bahsetmek istiyordum.)
Gerçi daha evvel de BBC de Gazze ile ilgili sinir bozucu görüntüler görmüştük, bugünküler daha da dayanılmazdı... (Bu arada BBC nin konunun sanki İngiltere ile hiç ilgisi yokmuş gibi yapmasını da anlayamıyorum... A.B.D yi suçlu gösteriyorlar, halbuki kendileri de bu berbat işin içindeler)
Bir gücüm yok bu kadar karmaşık bir meselede birşey yapacak kadar ama yine de ruhen rahatlamak istiyorum...
Tersten başlayacağım...
Araplarda zekanın bir kırıntısı olsa idi, Filistin şimdi bu halde olur muydu? Dubai de bilmem kaç yıldızlı oteller yapmak, gereğinden fazla kadın düşkünlüğü ile iştigal etmek, politik düşünmek yerine sadece çıkarcı, fırsatçı ve egoist olma açıkçası dışardan gözükenler... Veya buna sadece cahillik, görgüsüzlük diyelim, bunun islam ile bir ilgisi var mı? Bence yok... Aşiret zihniyetinden çıkamama, son derece egoist olma ile ilgisi var bunun...
Batıda öyle gruplar biliyorum ki, herşeyden ama herşeyden keserler politik güç sahibi olmak için... Eğer aynı şey onların başına gelse idi, Arapların elindekinden çok daha az para ile çok daha fazla politik güç elde eder ve kendilerini o duruma getirmemeye çalışırlar veya öyle birşey olsa da, kendilerini yine o durumdan kurtarırlardı... Ama bütün bunlar politik dayanışma ve zeka ile olur. Doğuda bunlar hala yok... Hala altın, silah, kadın merakı... (Bu arada Erdoğan cıların altın merakı tesadüfi değil, Doğu unutmayın Batı ya karşı kaybederken de altın zengini idi, ama hiçbir işe yaramadı, çünkü beyin yoktu ve hala yok:-))
Bizim işçilerimiz mesela altın almayı çok severler, bir tane kitap almaya para verirken elleri titrer... Belli şeyleri satın almayı çok seviyorlar; araba, cep telefonu, ev eşyası, altın mesela bunlardan... Eğitim olarak Kur an ın arapça okuyuşunu öğrenmek veya bazı çevrelerin pseudo dinci tavırları içerisinde yer almak, onlara yetiyor da, artıyor bile... Daha fazlasına ufukları yetmiyor, paraları değil... Para yeter isteseler... Ama merak etmiyorlar ki... Merak yok, ilgi yok, sadece bir yaşama hırsı var hoyrat...
Bu yaşama hırsının daha da hoyratlığında işte kültür, en önemlisi politik kültür olmuyor... Halbuki politika bir topluluğun hayatta kalabilmesi için en önemli şeylerden biridir...Sadece vahşi bir hırs...Hiçbir işe yaramayan ve yaramayacak olan...
Gerçi daha evvel de BBC de Gazze ile ilgili sinir bozucu görüntüler görmüştük, bugünküler daha da dayanılmazdı... (Bu arada BBC nin konunun sanki İngiltere ile hiç ilgisi yokmuş gibi yapmasını da anlayamıyorum... A.B.D yi suçlu gösteriyorlar, halbuki kendileri de bu berbat işin içindeler)
Bir gücüm yok bu kadar karmaşık bir meselede birşey yapacak kadar ama yine de ruhen rahatlamak istiyorum...
Tersten başlayacağım...
Araplarda zekanın bir kırıntısı olsa idi, Filistin şimdi bu halde olur muydu? Dubai de bilmem kaç yıldızlı oteller yapmak, gereğinden fazla kadın düşkünlüğü ile iştigal etmek, politik düşünmek yerine sadece çıkarcı, fırsatçı ve egoist olma açıkçası dışardan gözükenler... Veya buna sadece cahillik, görgüsüzlük diyelim, bunun islam ile bir ilgisi var mı? Bence yok... Aşiret zihniyetinden çıkamama, son derece egoist olma ile ilgisi var bunun...
Batıda öyle gruplar biliyorum ki, herşeyden ama herşeyden keserler politik güç sahibi olmak için... Eğer aynı şey onların başına gelse idi, Arapların elindekinden çok daha az para ile çok daha fazla politik güç elde eder ve kendilerini o duruma getirmemeye çalışırlar veya öyle birşey olsa da, kendilerini yine o durumdan kurtarırlardı... Ama bütün bunlar politik dayanışma ve zeka ile olur. Doğuda bunlar hala yok... Hala altın, silah, kadın merakı... (Bu arada Erdoğan cıların altın merakı tesadüfi değil, Doğu unutmayın Batı ya karşı kaybederken de altın zengini idi, ama hiçbir işe yaramadı, çünkü beyin yoktu ve hala yok:-))
Bizim işçilerimiz mesela altın almayı çok severler, bir tane kitap almaya para verirken elleri titrer... Belli şeyleri satın almayı çok seviyorlar; araba, cep telefonu, ev eşyası, altın mesela bunlardan... Eğitim olarak Kur an ın arapça okuyuşunu öğrenmek veya bazı çevrelerin pseudo dinci tavırları içerisinde yer almak, onlara yetiyor da, artıyor bile... Daha fazlasına ufukları yetmiyor, paraları değil... Para yeter isteseler... Ama merak etmiyorlar ki... Merak yok, ilgi yok, sadece bir yaşama hırsı var hoyrat...
Bu yaşama hırsının daha da hoyratlığında işte kültür, en önemlisi politik kültür olmuyor... Halbuki politika bir topluluğun hayatta kalabilmesi için en önemli şeylerden biridir...Sadece vahşi bir hırs...Hiçbir işe yaramayan ve yaramayacak olan...
2009-02-09
Yetim Hakkı

Daha Davos şokundan kurtulamamışken, altın ve pırlanta şoku geldi. Az evvel başbakanın oğlu için iç ettiği kanalda Ata bilmemne markasının reklamı vardı...
Kanal onun, şirket onun, adam istediğini yapar! İşte demokrasi!!!!
Türkiye de 5 yıldır !!!!!! pırlanta ve altın gibi en lüks ürünlere 0!!!!! kdv uygulanıyormuş!!!!! Bunun yanısıra iletişim gibi en büyük haklardan birine inanılmaz bir vergi uygulanıyor...' Suçlu değilsen konuşma!' demişler di mi? Suçluluk psikolojisi konuşturuyor işte...İnsan da vicdan yerine cüzdan olunca kendini suçlu hissetmiyor demek...
Nasıl bir sistemdir ki o, böyle birşeye izin veriyor!!!!!!! Doğan ın gazeteleri bubu daha evvel bilmiyorlar mıydı? Tabii ki biliyorlardı...(Aklıma penguenin bir başlığı geldi; 'Siz kardeşşsiniz!' diye)
Yani artık AKP nin kepazeliğini aşmış bu durum... Öteki partiler nasıl böyle birşeye izin verebiliyor? Sistemin böyle birşeye izin vermemesi gerekir... Nesini insan bu ülkenin ciddiye alabilir ki? Kendi kendilerini seviyorlar, kendi kendilerine televizyon temaşası yapıyorlar, kendi kendilerine gazete yazıyorlar... Türkiye içinde
Çal ve çaldır! Türk halkı bunu seviyor anlaşılan... Ve bu şekilde ilerleyeceklerine eminler... Bir ileri, iki geri, üçüncüde güüüm!
Herşeyde kdv var,yediğimiz içtiğimiz herşeyde...Pırlantada ve altında ama kdv yok!!!! Olacak şey mi?
Pırlanta gibi hükümet, pırlanta! :-))) Türk milletine hayırlı, uğurlu olsun!
2009-01-29
En Eğlenceli Davos:-))
I have never seen sth. like this, it was for the first time sth. unexpected happened in Davos, in Switzerland, in this boring, nice, tidy village.:-)))
Have you seen or heart the turkish prime minister in Davos against Peres? It was funny, I have never seen sth like this in my life. He was again a shame for Turkey, I ve really felt ashamed by his way of talking with Peres. He has again shown that he is a poor guy being made a 'president' by U.S.A. and the EU, the little man under too much stress...
He has never understood who he is, what the bigs are making out of him... The little man being made rich and president by the bigs... and served to stupid turkish people as democracy!!!!!!!! Now we have seen he is not a democrat, he is just a good guy... But policy is not a place for good guys...
http://www.weforum.org/en/index.htm
Have you seen or heart the turkish prime minister in Davos against Peres? It was funny, I have never seen sth like this in my life. He was again a shame for Turkey, I ve really felt ashamed by his way of talking with Peres. He has again shown that he is a poor guy being made a 'president' by U.S.A. and the EU, the little man under too much stress...
He has never understood who he is, what the bigs are making out of him... The little man being made rich and president by the bigs... and served to stupid turkish people as democracy!!!!!!!! Now we have seen he is not a democrat, he is just a good guy... But policy is not a place for good guys...
http://www.weforum.org/en/index.htm
2009-01-28
Dün
Dün şu aşağıdaki yazıyı okuyabildim, bu bile bir başarı idi zaman ayrımı olarak... Yazıda hiç beğenmediğim yerler vardı. Mesela Mısır ın Filistin sorunundaki tutumunun sanki normal bir tutummuş gibi görülmesi, sonra bazı eleştiri noktalarının sadece eleştiri olsun diye yazılmış gibi gözükmesi...
AKP dış politika konusunda en başından beri zorlanıyor. İyi zamanlarında bile dış politika bir sorundu.Şu anda zaten ekonomide bundan dört sene evvel olmayan bir tablo var. Artık dış politikayı biraz da dikkat dağıtmak, insanların ekonomik sorunlar hakkında haklı şikayetlerini biraz dağıtabilmek için ön plana taşıyorlar. Ülkede zaten dogan ve erdoğan medyası dışında pek bir medya kuruluşu yok...
27 Ocak 2009
Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet Portal
http://erginyildizoglu.blogspot.com/
Dış Politikanın Gazze Sınavı...
AKP hükümetinin dış politika doktrini, Başbakan’ın danışmanı Prof. Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” başlıklı çalışmasına dayanıyor. Davutoğlu, dış dünyada “gerçek dışişleri bakanı” nitelemesiyle anılacak kadar öne çıkabiliyor. Bu doktrin gereğince, Türkiye’nin bölgede etkin, vazgeçilmez bir arabulucu, hatta “yeni Osmanlı” projesi bağlamında, barış götürücü bir ülke olarak yükselmesi gerekiyor.
Ne ki, bu doktrinden kaynaklanan diplomasi atağı, İsrail’in Gazze’ye saldırmasıyla başlayan konjonktürde başarılı olamadı. Hatta Türkiye’nin uluslararası duruşu üzerinde, “Batı’dan uzaklaşarak, bir Ortadoğu ülkesi mi oluyor?” gibisinden soru işaretlerinin oluşmasına yol açtı.
Diplomatik hiperaktivite sendromu
Davutoğlu’na göre Türkiye (daha önce tartışmıştım: “Kaygı verici doktrin” Cumhuriyet Strateji, 23.06.2008) bölgesinde bir “köprü” ya da “sınır” ülkesi değil, bir “merkez” ülkedir. “Köprü” veya “sınır”, birleştirdiği şeyler tarafından belirlenir; “merkezin” ise bir tür bağımsızlığı olabiliyor. Bunun için, Türkiye’nin çevresiyle yakından ilgili, “çok yönlü”, “çok kimlikli” bir dış politika uygulaması gerekiyor. Davutoğlu’na göre Türkiye, ilişkide olduğu bölgenin kimliğine, olayın bağlamına göre, Ortadoğu, Balkan, Kafkasya, Orta Asya, Hazar Bölgesi, Akdeniz, Karadeniz, hatta Körfez ülkesi ya da hepsi birden olabilir.
re parmağını her pastaya batıran”, hiperaktif bir dış politika şekillenmeye başlıyor. Dahası, Türkiye yönetimi birbiriyle çelişen hedefler peşinde koşarken, kimin yanında olduğu belirsiz bir ülke imajı oluşuyor, güven yitiriyor, kapılar suratına kapanmaya, dostlarını kaybetmeye başlıyor. Ya da kimi “şüpheli” dostlar edinerek “olağan şüpheliler” arasına katılma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.
Ancak, kimlikleri bölgeye, bağlama göre değişiyorsa, Türkiye, yine dışarıdan belirlenmiş olmuyor mu? Bir araştırmacının işaret ettiği gibi, Türkiye bu kez çok köşeli bir köprü oluyor o kadar… Gerçekten de, Davutoğlu’nun 580 sayfalık çalışması, Türkiye’nin, 1923 sonrası oluşan dış politika kimliğini yıkmaya çalışmakla, birlikte “yeni-Osmanlı barışı” fantezisinden başka bir kimlik tanımlamayı başaramıyor.
Ülkenin böyle “çok yönlü”, dinamik dış politika uygulayan bir “merkez” olarak tanımlanması, akla ister istemez, önce Bismarck’ın, ülkesini “yeni bir Avrupa’da”, “merkez ülke” olarak tanımlayıp, “tüm çevresindeki güçleri birbirine karşı dengeleyerek” bir “barış ortamı” oluşturmayı amaçlayan dış politika doktrinini anımsatıyor. Sonra da, Rumsfeld’in “Dört Yıllık Savunma Stratejisi 2001”de vurguladığı, duruma göre şekillenen, değişken ittifaklar anlayışını... Birincisi; birbiriyle çelişen ittifakları yönetmeye çalışırken ülkesinin ekonomik kaynaklarını, diplomatik güvenilirliğini tüketmişti. İkincisi; ülkesini, en temel müttefiklerinden uzaklaştırarak yalnızlaştırdı, iflas ederek Bush’un ikinci döneminde terk edildi, Rumsfeld de istifa etmek zorunda kaldı.
Davutoğlu acaba neye güvenerek, Bismarck Almanyası’nın, Rumsfeld ABD’sinin başaramadığını, ekonomisi ve toplumsal yapısı bu kadar kırılgan bir ülkenin başarabileceğine inanıyor? Daha önce işaret ettiğim gibi (Strateji), Davutoğlu’nun kitabı dış politikayı, “ekonomi politik” ve “devlet kapasitesi” sorunlarından tümüyle soyutlayarak tartıştığı için böyle bir soruyu gündeme bile getiremiyor.
Neticede, her durumdan, bir önceki duruşuyla çelişip çelişmediğine bakmadan yararlanmaya çalışan, ilkesiz bir dış politika hattı oluşuyor. İkincisi, dışarıdan bakınca, sürekli o ülke senin, bu ülke benim dolaşan, taraflara ne götürdüğü, hangi basınç araçlarına sahip olduğu, hangi ilkelerle hareket ettiği belirsiz, kimi gözlemcilere “gö
Pratiğin önemi…
Hükümetin son aylardaki, hiperaktif dış politika deneyimine, “Önemli olan pratiktir” tezinin ışığında yaklaşırsak, hükümetin, tüm çabalarına, telaşına karşın, “çevresine” başarılı bir arabuluculuk hizmeti sunamadığını, barış götürmeyi başaramadığını görüyoruz.
Rusya’nın Gürcistan’a saldırısından sonra Başbakan’ın gezisi, Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu kurma çabaları sonuç almamış, aksine, ABD’ye yakın yazarlarca azarlanmış, dahası, ülkenin bu bölgede gerçek bir etkisi olmadığı gerçeğini gereksiz yere görünür kılmıştır.
Son dönemin en “büyük başarısı” olarak sunulan “İsrail ve Suriye arasında arabuluculuk çabaları”, hiçbir yol kat edememiş, ilk engelde çökmüştür. Hükümetin, Hamas’a yakın duruşu yüzünden, İsrail Dışişleri Bakanı Livni operasyonu Mısır’a önceden bildirirken, Başbakan Olmert, Erdoğan’dan gizlemek gereksinimi duymuştur. Erdoğan’ın buna verdiği tepki diplomasi dilini aşmış, Gazze savaşı sırasındaki, kendine has arabuluculuk misyonu, hem İsrail hem de Mısır ile arasının bozulmasına yol açmıştır. Bir taraftan
arabuluculuğa soyunurken, diğer taraftan, Gazze saldırısı sırasında İsrail’e yönelik İran Devlet Başkanı Ahmedinejad’ı anımsatan “Allah cezasını verecek” türünden demeçler, Davutoğlu’nun, ama daha önemlisi Cumhurbaşkanı’nın küçük düşürülmesine yol açmıştır. Davutoğlu, Mısır’dayken, Haaretz’e göre, İsrail Dışişleri’nden beş dakikalık, ayaküstü görüşme için bile randevu bile alamamış. Mısır Davutoğlu’nun Hamas’la yapılan görüşmelere katılmasına izin vermemiş, Cumhurbaşkanı -Akşam gazetesinin aktardığına göre- Olmert’in Şarm el Şeyh’te, AB liderlerine verdiği yemeğe çağırılmamıştır.
Tüm bu olaylar, önemli zaafları ve soruları öne çıkartmıştır. Birincisi, Türkiye’nin, Ortadoğu’daki arabuluculuk, barış götürme inisiyatifini hangi özendirici, caydırıcı, zorlayıcı araçlarla desteklediği belli değildir. İkincisi, hükümetin İsrail’in Gazze politikasını (ABD’nin bu politikaya onay verdiği besbelliyken) değiştirebileceğine inanmasının nedeni nedir? Üçüncüsü, Gazze Mısır’ın inisiyatifi ve arabuluculuğu altındayken, Filistin yönetimi başkanı Abbas, Mısır Devlet Başkanı Mübarek, hatta Suudi medyası esas olarak Hamas’ı sorumlu tutarken, hükümetin, hem Hamas’a arka çıkıp hem de arabuluculuk yapabileceğine olan inancı nereden kaynaklanmaktadır? Üçüncüsü, Türkiye’nin ABD iç politikasında Yahudi diyasporasının desteğine gereksinimi olduğu açıkken, ülke içinde Yahudi düşmanlığını kışkırtacak, bir söylemi hareket geçirmek, İsrail’in, “yok olabileceğini” söylemek, hangi amaçlara hizmet etmektedir? Bu konuyla doğrudan ilgili olmamakla birlikte, Rusya’ya özenip, Nabucco boru hattını, AB üzerinde diplomatik baskı hatta Deutche Welle’nin vurguladığı gibi bir “şantaj aracı” olarak kullanmak nasıl bir hesaptır?
Hükümet belki, “şimdi bunu söyler, burada reyting yaparım, bu arada, bugün kırdığımı, yarın tamir ederim” diye düşüyor olabilir. Ancak kırılan, kırıldığı yerden dönüşmeye devam eder. Kırılma noktasına geri dönülemez. İkincisi, hükümet, dış politika manevralarının, ülkenin ekonomik koşullarını etkilemeyeceğini düşünüyorsa çok ciddi bir hata yapıyor. Son olarak dikkat edilmesi gereken bir nokta daha var: Davutoğlu’nun dış politika doktrininde, başarının en önemli güvenceleri, küresel bir hegemonun bölgede vereceği desteğe bağlanmaktadır. Halbuki, hükümet hem bu hegemonun, en yakın ittifakının kafasında soru işaretleri yaratıyor hem de Davutoğlu’nun kitabı BOP, “demokrasi götürme” vb. dünyasında yazılmıştı, şimdi bu dünya geride kalıyor…
Bunlar olurken, siyasal İslamın, Yahudi düşmanlığı üzerinden taraftarlarını hareketlendirerek sokaktaki etkisini, ideolojik hegemonyasını güçlendirmeye devam ettiğine şahit oluyoruz. Sakın tüm bu “hesapsız” dış politika hiperaktivitesinin arkasındaki bir “hesap” da bu olmasın?
AKP dış politika konusunda en başından beri zorlanıyor. İyi zamanlarında bile dış politika bir sorundu.Şu anda zaten ekonomide bundan dört sene evvel olmayan bir tablo var. Artık dış politikayı biraz da dikkat dağıtmak, insanların ekonomik sorunlar hakkında haklı şikayetlerini biraz dağıtabilmek için ön plana taşıyorlar. Ülkede zaten dogan ve erdoğan medyası dışında pek bir medya kuruluşu yok...
27 Ocak 2009
Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet Portal
http://erginyildizoglu.blogspot.com/
Dış Politikanın Gazze Sınavı...
AKP hükümetinin dış politika doktrini, Başbakan’ın danışmanı Prof. Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” başlıklı çalışmasına dayanıyor. Davutoğlu, dış dünyada “gerçek dışişleri bakanı” nitelemesiyle anılacak kadar öne çıkabiliyor. Bu doktrin gereğince, Türkiye’nin bölgede etkin, vazgeçilmez bir arabulucu, hatta “yeni Osmanlı” projesi bağlamında, barış götürücü bir ülke olarak yükselmesi gerekiyor.
Ne ki, bu doktrinden kaynaklanan diplomasi atağı, İsrail’in Gazze’ye saldırmasıyla başlayan konjonktürde başarılı olamadı. Hatta Türkiye’nin uluslararası duruşu üzerinde, “Batı’dan uzaklaşarak, bir Ortadoğu ülkesi mi oluyor?” gibisinden soru işaretlerinin oluşmasına yol açtı.
Diplomatik hiperaktivite sendromu
Davutoğlu’na göre Türkiye (daha önce tartışmıştım: “Kaygı verici doktrin” Cumhuriyet Strateji, 23.06.2008) bölgesinde bir “köprü” ya da “sınır” ülkesi değil, bir “merkez” ülkedir. “Köprü” veya “sınır”, birleştirdiği şeyler tarafından belirlenir; “merkezin” ise bir tür bağımsızlığı olabiliyor. Bunun için, Türkiye’nin çevresiyle yakından ilgili, “çok yönlü”, “çok kimlikli” bir dış politika uygulaması gerekiyor. Davutoğlu’na göre Türkiye, ilişkide olduğu bölgenin kimliğine, olayın bağlamına göre, Ortadoğu, Balkan, Kafkasya, Orta Asya, Hazar Bölgesi, Akdeniz, Karadeniz, hatta Körfez ülkesi ya da hepsi birden olabilir.
re parmağını her pastaya batıran”, hiperaktif bir dış politika şekillenmeye başlıyor. Dahası, Türkiye yönetimi birbiriyle çelişen hedefler peşinde koşarken, kimin yanında olduğu belirsiz bir ülke imajı oluşuyor, güven yitiriyor, kapılar suratına kapanmaya, dostlarını kaybetmeye başlıyor. Ya da kimi “şüpheli” dostlar edinerek “olağan şüpheliler” arasına katılma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.
Ancak, kimlikleri bölgeye, bağlama göre değişiyorsa, Türkiye, yine dışarıdan belirlenmiş olmuyor mu? Bir araştırmacının işaret ettiği gibi, Türkiye bu kez çok köşeli bir köprü oluyor o kadar… Gerçekten de, Davutoğlu’nun 580 sayfalık çalışması, Türkiye’nin, 1923 sonrası oluşan dış politika kimliğini yıkmaya çalışmakla, birlikte “yeni-Osmanlı barışı” fantezisinden başka bir kimlik tanımlamayı başaramıyor.
Ülkenin böyle “çok yönlü”, dinamik dış politika uygulayan bir “merkez” olarak tanımlanması, akla ister istemez, önce Bismarck’ın, ülkesini “yeni bir Avrupa’da”, “merkez ülke” olarak tanımlayıp, “tüm çevresindeki güçleri birbirine karşı dengeleyerek” bir “barış ortamı” oluşturmayı amaçlayan dış politika doktrinini anımsatıyor. Sonra da, Rumsfeld’in “Dört Yıllık Savunma Stratejisi 2001”de vurguladığı, duruma göre şekillenen, değişken ittifaklar anlayışını... Birincisi; birbiriyle çelişen ittifakları yönetmeye çalışırken ülkesinin ekonomik kaynaklarını, diplomatik güvenilirliğini tüketmişti. İkincisi; ülkesini, en temel müttefiklerinden uzaklaştırarak yalnızlaştırdı, iflas ederek Bush’un ikinci döneminde terk edildi, Rumsfeld de istifa etmek zorunda kaldı.
Davutoğlu acaba neye güvenerek, Bismarck Almanyası’nın, Rumsfeld ABD’sinin başaramadığını, ekonomisi ve toplumsal yapısı bu kadar kırılgan bir ülkenin başarabileceğine inanıyor? Daha önce işaret ettiğim gibi (Strateji), Davutoğlu’nun kitabı dış politikayı, “ekonomi politik” ve “devlet kapasitesi” sorunlarından tümüyle soyutlayarak tartıştığı için böyle bir soruyu gündeme bile getiremiyor.
Neticede, her durumdan, bir önceki duruşuyla çelişip çelişmediğine bakmadan yararlanmaya çalışan, ilkesiz bir dış politika hattı oluşuyor. İkincisi, dışarıdan bakınca, sürekli o ülke senin, bu ülke benim dolaşan, taraflara ne götürdüğü, hangi basınç araçlarına sahip olduğu, hangi ilkelerle hareket ettiği belirsiz, kimi gözlemcilere “gö
Pratiğin önemi…
Hükümetin son aylardaki, hiperaktif dış politika deneyimine, “Önemli olan pratiktir” tezinin ışığında yaklaşırsak, hükümetin, tüm çabalarına, telaşına karşın, “çevresine” başarılı bir arabuluculuk hizmeti sunamadığını, barış götürmeyi başaramadığını görüyoruz.
Rusya’nın Gürcistan’a saldırısından sonra Başbakan’ın gezisi, Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu kurma çabaları sonuç almamış, aksine, ABD’ye yakın yazarlarca azarlanmış, dahası, ülkenin bu bölgede gerçek bir etkisi olmadığı gerçeğini gereksiz yere görünür kılmıştır.
Son dönemin en “büyük başarısı” olarak sunulan “İsrail ve Suriye arasında arabuluculuk çabaları”, hiçbir yol kat edememiş, ilk engelde çökmüştür. Hükümetin, Hamas’a yakın duruşu yüzünden, İsrail Dışişleri Bakanı Livni operasyonu Mısır’a önceden bildirirken, Başbakan Olmert, Erdoğan’dan gizlemek gereksinimi duymuştur. Erdoğan’ın buna verdiği tepki diplomasi dilini aşmış, Gazze savaşı sırasındaki, kendine has arabuluculuk misyonu, hem İsrail hem de Mısır ile arasının bozulmasına yol açmıştır. Bir taraftan
arabuluculuğa soyunurken, diğer taraftan, Gazze saldırısı sırasında İsrail’e yönelik İran Devlet Başkanı Ahmedinejad’ı anımsatan “Allah cezasını verecek” türünden demeçler, Davutoğlu’nun, ama daha önemlisi Cumhurbaşkanı’nın küçük düşürülmesine yol açmıştır. Davutoğlu, Mısır’dayken, Haaretz’e göre, İsrail Dışişleri’nden beş dakikalık, ayaküstü görüşme için bile randevu bile alamamış. Mısır Davutoğlu’nun Hamas’la yapılan görüşmelere katılmasına izin vermemiş, Cumhurbaşkanı -Akşam gazetesinin aktardığına göre- Olmert’in Şarm el Şeyh’te, AB liderlerine verdiği yemeğe çağırılmamıştır.
Tüm bu olaylar, önemli zaafları ve soruları öne çıkartmıştır. Birincisi, Türkiye’nin, Ortadoğu’daki arabuluculuk, barış götürme inisiyatifini hangi özendirici, caydırıcı, zorlayıcı araçlarla desteklediği belli değildir. İkincisi, hükümetin İsrail’in Gazze politikasını (ABD’nin bu politikaya onay verdiği besbelliyken) değiştirebileceğine inanmasının nedeni nedir? Üçüncüsü, Gazze Mısır’ın inisiyatifi ve arabuluculuğu altındayken, Filistin yönetimi başkanı Abbas, Mısır Devlet Başkanı Mübarek, hatta Suudi medyası esas olarak Hamas’ı sorumlu tutarken, hükümetin, hem Hamas’a arka çıkıp hem de arabuluculuk yapabileceğine olan inancı nereden kaynaklanmaktadır? Üçüncüsü, Türkiye’nin ABD iç politikasında Yahudi diyasporasının desteğine gereksinimi olduğu açıkken, ülke içinde Yahudi düşmanlığını kışkırtacak, bir söylemi hareket geçirmek, İsrail’in, “yok olabileceğini” söylemek, hangi amaçlara hizmet etmektedir? Bu konuyla doğrudan ilgili olmamakla birlikte, Rusya’ya özenip, Nabucco boru hattını, AB üzerinde diplomatik baskı hatta Deutche Welle’nin vurguladığı gibi bir “şantaj aracı” olarak kullanmak nasıl bir hesaptır?
Hükümet belki, “şimdi bunu söyler, burada reyting yaparım, bu arada, bugün kırdığımı, yarın tamir ederim” diye düşüyor olabilir. Ancak kırılan, kırıldığı yerden dönüşmeye devam eder. Kırılma noktasına geri dönülemez. İkincisi, hükümet, dış politika manevralarının, ülkenin ekonomik koşullarını etkilemeyeceğini düşünüyorsa çok ciddi bir hata yapıyor. Son olarak dikkat edilmesi gereken bir nokta daha var: Davutoğlu’nun dış politika doktrininde, başarının en önemli güvenceleri, küresel bir hegemonun bölgede vereceği desteğe bağlanmaktadır. Halbuki, hükümet hem bu hegemonun, en yakın ittifakının kafasında soru işaretleri yaratıyor hem de Davutoğlu’nun kitabı BOP, “demokrasi götürme” vb. dünyasında yazılmıştı, şimdi bu dünya geride kalıyor…
Bunlar olurken, siyasal İslamın, Yahudi düşmanlığı üzerinden taraftarlarını hareketlendirerek sokaktaki etkisini, ideolojik hegemonyasını güçlendirmeye devam ettiğine şahit oluyoruz. Sakın tüm bu “hesapsız” dış politika hiperaktivitesinin arkasındaki bir “hesap” da bu olmasın?
2009-01-19
Yazamamak
Bu zamanların en büyük konusu yazamamak... Vakit yok. ...
Bir insan yavrusu yetişmek için bu kadar zaman ve sevgi istediğine göre, biz niye hala bu kadar boktan bir noktadayız? Aylak entellektüelliğim daha da acı verici noktalara ulaştı, hele de İsrail in Gazze yi bilmem kacıncı kere bombalamasını TV den seyrederken...
Mümkün olduğu kadar az açıyorum TV yi ama yine de sağdan,soldan bir yerden bulaşıyor...
Zaten Gazze yi duymayan mı kaldı? Ama zaten bu seferki ikiyüzlülük sinirime giden... Yani İsrail orayı bombalayana kadar sanki işler çok mu yolunda idi? Gidişat belli idi. Huntington ve onun gibilerin ruhu şad olmuştur herhalde...:-) Çünkü A.B.D. yi bir ölüm makinesi halinde görmek isteyenlerin tezlerini kurgu olarak yazanlardan sadece biri idi Huntington.
Yalnız Huntington ın bir iddiası havada asılı kaldı. HaN-TinK-ToN amcamız Sam Amcamız ile birlikte İngiltere nin Soğuk Savaşı kazandığını ve artık bu ikilinin önüne hiçbir şeyin çıkamayacağını yazdı. Dünyayı şekillendirmeye bu ikisi yeterdi. A.B.D. daha (o zaman öyle idi) kendi topraklarında hiç vurulmamıştı, (sadece vurmuş veya İsrail örneğinde olduğu gibi başkalarına vurdurmuştu.), 11 Eylül 2001 gerçi HTT cilerin güçlenmesine sebep oldu ama yine de HTT nin inanılmaz küstahça bir meydan okuma şeklinde yazılmış olan kitabının kendini beğenmiş iddialarından birini güme yolladı...
Hele Tr deki hükümetin ikiyüzlülüğü daha da komik; bütün zamanların en teslimiyetçi, en karaktersiz dış politikasını izlemiş ve izleyen bir hükümet gündemi değiştirebilme, dikkat dağıtma adına pseudo (sahte) filistin taraftarlığına soyundu... Eeee pardon...eeee siz ama Gürcistan bombalarken hangi tarafda idiniz?
İsrail ile en sıkı, fıkı olmaya çalışanlrdan değil miydiniz?
Zaten Türkler ve Arapları bir araya getirsen ne islam adına, ne de başka bir politik güç birliği adına hiçbir şey yapamazlar... Mısır sınırlarını kapattı,kimse Gazze den kaçamasın diye duyduğum kadarı ile...
Bir insan yavrusu yetişmek için bu kadar zaman ve sevgi istediğine göre, biz niye hala bu kadar boktan bir noktadayız? Aylak entellektüelliğim daha da acı verici noktalara ulaştı, hele de İsrail in Gazze yi bilmem kacıncı kere bombalamasını TV den seyrederken...
Mümkün olduğu kadar az açıyorum TV yi ama yine de sağdan,soldan bir yerden bulaşıyor...
Zaten Gazze yi duymayan mı kaldı? Ama zaten bu seferki ikiyüzlülük sinirime giden... Yani İsrail orayı bombalayana kadar sanki işler çok mu yolunda idi? Gidişat belli idi. Huntington ve onun gibilerin ruhu şad olmuştur herhalde...:-) Çünkü A.B.D. yi bir ölüm makinesi halinde görmek isteyenlerin tezlerini kurgu olarak yazanlardan sadece biri idi Huntington.
Yalnız Huntington ın bir iddiası havada asılı kaldı. HaN-TinK-ToN amcamız Sam Amcamız ile birlikte İngiltere nin Soğuk Savaşı kazandığını ve artık bu ikilinin önüne hiçbir şeyin çıkamayacağını yazdı. Dünyayı şekillendirmeye bu ikisi yeterdi. A.B.D. daha (o zaman öyle idi) kendi topraklarında hiç vurulmamıştı, (sadece vurmuş veya İsrail örneğinde olduğu gibi başkalarına vurdurmuştu.), 11 Eylül 2001 gerçi HTT cilerin güçlenmesine sebep oldu ama yine de HTT nin inanılmaz küstahça bir meydan okuma şeklinde yazılmış olan kitabının kendini beğenmiş iddialarından birini güme yolladı...
Hele Tr deki hükümetin ikiyüzlülüğü daha da komik; bütün zamanların en teslimiyetçi, en karaktersiz dış politikasını izlemiş ve izleyen bir hükümet gündemi değiştirebilme, dikkat dağıtma adına pseudo (sahte) filistin taraftarlığına soyundu... Eeee pardon...eeee siz ama Gürcistan bombalarken hangi tarafda idiniz?
İsrail ile en sıkı, fıkı olmaya çalışanlrdan değil miydiniz?
Zaten Türkler ve Arapları bir araya getirsen ne islam adına, ne de başka bir politik güç birliği adına hiçbir şey yapamazlar... Mısır sınırlarını kapattı,kimse Gazze den kaçamasın diye duyduğum kadarı ile...
2009-01-09
istanbul barosu
İSTANBUL BAROSU: BU BİR ÖÇ ALMA OPERASYONUDUR
12:36 09 Ocak 2009 Birgün net
İstanbul Barosu Başkanı Muammer Aydın, Ergenekon gözaltılarını hukuk çerçevesinde değerlendirmekte zorlandıklarını belirterek bunun intikam operasyonu olduğunu öne sürdü.
"Anayasal düzeni rejimi ve ülkenin bölünmez bütünlüğü konusundaki duyarlılıklarını, gerek görev gerekse emeklilik yaşamlarında özenle sürdüren kişilerin evlerindeki aramalar ve gözaltıların hukuk çerçevesinde değerlendirmekte zorluk çektiğimizi belirtmek istiyoruz" diyen Aydın şöyle konuştu:
"Devletin sorumluluk dönemlerinde ülkenin bölünmez bütünlüğü laik düzen konusundaki duyarlılıkları nedeniyle, bu kişilerden öç alma şeklinde süren soruşturma, hukuk devleti adına bizi endişeye sevk etmektedir. Tekil suçlarla ilgili bulunan kanıtlar ve yakalanan şüphelilerin, bölgesinde ilgisi olmayan kişiler gözaltına alınmakta toplumda korku yaratmaktadır. Bu durum demokrasinin temel kurallarına da aykırıdır. Yakanan, gözaltına alınan şüpheli ve tutuklananlarla ilgili iddianame hazırlanmaması, ne ile suçlandıklarını bilmemesi de Anayasamıza da aykırılık oluşturmaktadır. Belirtilen sakıncalar, bir ülkenin yasa yorumundan kaynaklandığından, AİHM’e yapılacak bir başvurunun da temelini oluşturabilir."
12:36 09 Ocak 2009 Birgün net
İstanbul Barosu Başkanı Muammer Aydın, Ergenekon gözaltılarını hukuk çerçevesinde değerlendirmekte zorlandıklarını belirterek bunun intikam operasyonu olduğunu öne sürdü.
"Anayasal düzeni rejimi ve ülkenin bölünmez bütünlüğü konusundaki duyarlılıklarını, gerek görev gerekse emeklilik yaşamlarında özenle sürdüren kişilerin evlerindeki aramalar ve gözaltıların hukuk çerçevesinde değerlendirmekte zorluk çektiğimizi belirtmek istiyoruz" diyen Aydın şöyle konuştu:
"Devletin sorumluluk dönemlerinde ülkenin bölünmez bütünlüğü laik düzen konusundaki duyarlılıkları nedeniyle, bu kişilerden öç alma şeklinde süren soruşturma, hukuk devleti adına bizi endişeye sevk etmektedir. Tekil suçlarla ilgili bulunan kanıtlar ve yakalanan şüphelilerin, bölgesinde ilgisi olmayan kişiler gözaltına alınmakta toplumda korku yaratmaktadır. Bu durum demokrasinin temel kurallarına da aykırıdır. Yakanan, gözaltına alınan şüpheli ve tutuklananlarla ilgili iddianame hazırlanmaması, ne ile suçlandıklarını bilmemesi de Anayasamıza da aykırılık oluşturmaktadır. Belirtilen sakıncalar, bir ülkenin yasa yorumundan kaynaklandığından, AİHM’e yapılacak bir başvurunun da temelini oluşturabilir."
2008-10-26
Access banned for blogger from Turkey
I can`t believe sth. like this, but it is true. YouTube and blogger can t be reached by turkish users. It is here worse than in any other asian despotic country. The reason was money and less freedom. Digitürk was once a monopol in media and they still want to be a monopol,so they can still exploit the turkish people.
I will not use digitürk anymore. You have also the right to protest within 7 days after the decision of the court, so please do this!
So first u stop using digitürk and then u disclaim by the court next to u.
blogger e erişim mahkeme kararı ile yasaklandı digitürk yüzünden. itiraz hakkınız var, lütfen kullanın!
'Sitenize Erişimin Engellenmesi kararını öğrendiğinizden itibaren 7 yedi gün içinde, (yani en son yarın 27.10.2008 PAZARTESİ günü, geç öğrendiğinizi kanıtlayabilirseniz sonra da) Diyarbakır 1.Sulh Ceza Mahkemesine gönderilmek üzere, bulunduğunuz yerdeki Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesine, 5651 sayılı yasa ve 5271 sayılı CMK yasası uyarınca 20.10.2008 gün ve 2008/2761 sayılı KARARIN DÜZELTİLMESİ isteğiyle İTİRAZ DİLEKÇESİ verebilirsiniz... Böyle bir yasal hakkınız var.'
Ayrıca digitürk kullanmaya son verin!
I will not use digitürk anymore. You have also the right to protest within 7 days after the decision of the court, so please do this!
So first u stop using digitürk and then u disclaim by the court next to u.
blogger e erişim mahkeme kararı ile yasaklandı digitürk yüzünden. itiraz hakkınız var, lütfen kullanın!
'Sitenize Erişimin Engellenmesi kararını öğrendiğinizden itibaren 7 yedi gün içinde, (yani en son yarın 27.10.2008 PAZARTESİ günü, geç öğrendiğinizi kanıtlayabilirseniz sonra da) Diyarbakır 1.Sulh Ceza Mahkemesine gönderilmek üzere, bulunduğunuz yerdeki Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesine, 5651 sayılı yasa ve 5271 sayılı CMK yasası uyarınca 20.10.2008 gün ve 2008/2761 sayılı KARARIN DÜZELTİLMESİ isteğiyle İTİRAZ DİLEKÇESİ verebilirsiniz... Böyle bir yasal hakkınız var.'
Ayrıca digitürk kullanmaya son verin!
2008-10-21
İyi bir şeyler de var Tr. de
Aşağıdaki haber beni sevindirdi, çünkü iki olay da Türkiye nin felaketler ve sensasyonlar ile dolu gündeminden çok çabuk silinmişti. Halbuki ikisi de toplumsal sakatlığı gösteren üstünde durulması gereken olaylar idi.
Cumhuriyet 21.10.2008
Bebek ölümleri BM gündeminde
Konya’daki kaçak Kuran kursundaki patlama ve hastanelerde enfeksiyon kaynaklı bebek ölümleri nedeniyle yapılan başvuruda AKP hükümetinin yükümlülüklerini yerine getirmediği öne sürüldü
YUSUF ÖZKAN
AMSTERDAM – Konya’daki kaçak Kuran kursunda patlama nedeniyle ölen 18 kız öğrenci ile Ankara ve İstanbul’daki hastanelerde enfeksiyon kaynaklı bebek ölümleri, Birleşmiş Milletler (BM) gündemine taşındı. BM Çocuklara Yardım Fonu’na (UNICEF) yapılan başvuruda, AKP hükümetinin, Türkiye’nin imzaladığı Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’nden doğan yükümlülükleri yerine getirmediği öne sürüldü.
Hollanda’da da yaşayan eğitimci Cezmi Doğaner, hastane enfeksiyonları sonucu Ankara ve İzmir’de bebeklerin yaşamlarını yitirmesi üzerine, UNICEF’e başvurdu. Doğaner, Ankara’da 47, İzmir’de de 15 bebeğin yanı sıra, Konya’daki bir kaçak Kuran kursundaki patlama sonucu 18 kız öğrencinin de yaşamını yitirdiğini anımsattı. Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin, “taraf devletler, her çocuğun temel yaşama hakkına sahip olduğunu kabul ederler. Çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için mümkün olan azami çabayı gösterirler” maddelerine atıfta bulunan Doğaner, yaşanan ölümlerden AKP hükümetinin sorumlu olduğunu savundu. Çocukların en temel hakkı olan “yaşam hakkı”nın ellerinden alındığını belirten Doğaner, AKP hükümetinin, Türkiye’nin sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirmediğini öne sürdü.
Sanki ölümler yaşanmamış
AKP hükümetinin, sanki bu ölümler yaşanmamış gibi davrandığını söyleyen Doğaner, “Bir başka ülkede olsa, bunca çocuk ve bebek ölümü karşısında sağlık ve eğitim bakanları istifa ederdi” dedi.
Doğaner, BM’ye yaptığı başvuruyla ilgili olarak da “Bu, Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın, ‘din özgürlüğü yok’ iddiasıyla Türkiye’yi şikâyet etmesinden farklı bir durum. Ben Türkiye’yi şikâyet etmedim. AKP hükümeti sorumluluğa çağrılarak, yeni bebek ve çocuk ölümlerinin önüne geçilsin istedim” diye konuştu.
Cumhuriyet 21.10.2008
Bebek ölümleri BM gündeminde
Konya’daki kaçak Kuran kursundaki patlama ve hastanelerde enfeksiyon kaynaklı bebek ölümleri nedeniyle yapılan başvuruda AKP hükümetinin yükümlülüklerini yerine getirmediği öne sürüldü
YUSUF ÖZKAN
AMSTERDAM – Konya’daki kaçak Kuran kursunda patlama nedeniyle ölen 18 kız öğrenci ile Ankara ve İstanbul’daki hastanelerde enfeksiyon kaynaklı bebek ölümleri, Birleşmiş Milletler (BM) gündemine taşındı. BM Çocuklara Yardım Fonu’na (UNICEF) yapılan başvuruda, AKP hükümetinin, Türkiye’nin imzaladığı Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’nden doğan yükümlülükleri yerine getirmediği öne sürüldü.
Hollanda’da da yaşayan eğitimci Cezmi Doğaner, hastane enfeksiyonları sonucu Ankara ve İzmir’de bebeklerin yaşamlarını yitirmesi üzerine, UNICEF’e başvurdu. Doğaner, Ankara’da 47, İzmir’de de 15 bebeğin yanı sıra, Konya’daki bir kaçak Kuran kursundaki patlama sonucu 18 kız öğrencinin de yaşamını yitirdiğini anımsattı. Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin, “taraf devletler, her çocuğun temel yaşama hakkına sahip olduğunu kabul ederler. Çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için mümkün olan azami çabayı gösterirler” maddelerine atıfta bulunan Doğaner, yaşanan ölümlerden AKP hükümetinin sorumlu olduğunu savundu. Çocukların en temel hakkı olan “yaşam hakkı”nın ellerinden alındığını belirten Doğaner, AKP hükümetinin, Türkiye’nin sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirmediğini öne sürdü.
Sanki ölümler yaşanmamış
AKP hükümetinin, sanki bu ölümler yaşanmamış gibi davrandığını söyleyen Doğaner, “Bir başka ülkede olsa, bunca çocuk ve bebek ölümü karşısında sağlık ve eğitim bakanları istifa ederdi” dedi.
Doğaner, BM’ye yaptığı başvuruyla ilgili olarak da “Bu, Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın, ‘din özgürlüğü yok’ iddiasıyla Türkiye’yi şikâyet etmesinden farklı bir durum. Ben Türkiye’yi şikâyet etmedim. AKP hükümeti sorumluluğa çağrılarak, yeni bebek ve çocuk ölümlerinin önüne geçilsin istedim” diye konuştu.
2008-10-20
Salzburg da Türk Konsolosluğuna Saldırı
Cumhuriyet, 20.10.2008
Türk elçiliğinde yangın
m VİYANA (AA) - Türkiye’nin Salzburg Başkonsolosluğu’nda dün sabaha karşı yangın çıktı. Ölen ya da yaralanan olmayan yangının, konsolosluğa atılan molotofkokteyli nedeniyle çıktığı sanılıyor. Avusturya’nın kuzeyindeki Salzburg kenti polis sözcüsü Hermann Rechberger, APA ajansına yaptığı açıklamada, konsolosluğa molotofkokteyli saldırısı düzenlendiğine dair işaretler bulunduğunu kaydetti.
Avusturya, Almanya gibi PKK yı ciddi şekilde destekleyen ülkelerden, dolayısıyla dökülen kandan sorumlu olan ülkeler bence. Benim Viyana Üniversite sinde okuduğum yıllarda Viyana Üniversitesi nin PKK lılara bursu vardı. Şu anda böyle birşey olmayabilir ama o zaman sosyalistler vardı başta ve PKK yı ciddi şekilde destekliyorlardı. Gerçi ben her zaman kızıl Viyana, yani sosyalist Viyana taraftarı olmuşumdur ama sosyalistlerin PKK konusundaki saflığı inanılmaz boyutlarda idi.
İsviçre de PKK hala terör örgütü olarak kabul edilmiyor.
Türk elçiliğinde yangın
m VİYANA (AA) - Türkiye’nin Salzburg Başkonsolosluğu’nda dün sabaha karşı yangın çıktı. Ölen ya da yaralanan olmayan yangının, konsolosluğa atılan molotofkokteyli nedeniyle çıktığı sanılıyor. Avusturya’nın kuzeyindeki Salzburg kenti polis sözcüsü Hermann Rechberger, APA ajansına yaptığı açıklamada, konsolosluğa molotofkokteyli saldırısı düzenlendiğine dair işaretler bulunduğunu kaydetti.
Avusturya, Almanya gibi PKK yı ciddi şekilde destekleyen ülkelerden, dolayısıyla dökülen kandan sorumlu olan ülkeler bence. Benim Viyana Üniversite sinde okuduğum yıllarda Viyana Üniversitesi nin PKK lılara bursu vardı. Şu anda böyle birşey olmayabilir ama o zaman sosyalistler vardı başta ve PKK yı ciddi şekilde destekliyorlardı. Gerçi ben her zaman kızıl Viyana, yani sosyalist Viyana taraftarı olmuşumdur ama sosyalistlerin PKK konusundaki saflığı inanılmaz boyutlarda idi.
İsviçre de PKK hala terör örgütü olarak kabul edilmiyor.
Günün Sözü: Betonkondu
Bu kelimeyi pek sevdim: "Betonkondu". Günün sözü olarak buraya yazıyorum. Mustafa Balbay ın bugünkü köşesinden:
"Gecekondular dönüştürülürken daha çirkin yapılaşmanın önü açıldı, betonkondular oluştu"
Hatta gecekondu mantığı ile gökdelen dikebilen ender milletlerden bir tanesiyiz. 'Gökdelenkondu' diye bir söz de eklenebilir kelime dağarcığımıza...
"Gecekondular dönüştürülürken daha çirkin yapılaşmanın önü açıldı, betonkondular oluştu"
Hatta gecekondu mantığı ile gökdelen dikebilen ender milletlerden bir tanesiyiz. 'Gökdelenkondu' diye bir söz de eklenebilir kelime dağarcığımıza...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)