Religion Din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Religion Din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2012-08-17

Diego_Velázquez_1599-1660



Today I have seen a painting from him, which is really interesting in many aspects...Though the subject  seems to be a religious subject the problem can be observed in many other fields of life. 
The one who has to work if she wants or not and the one who can be free of work... 
There is so much to think or to interpret about this painting...


Christ in the House of Martha and Mary (Velázquez), 1618, London, National Gallery

2011-02-09

Maymunlar

Eveet, gün kaçmadan onu kovalayacağız. Günler yine fazla hızlı ve dolayısı ile boş geçmeye başladı. Yazamadığım, hiçbir şey okumadığım veya az okuduğum günler bende kaşıntı yapar:-)
Bugün neler oldu? Bugün arabamızı çektiklerine sinir oldum. Yanlış yere park edilmişti muhtemelen ama bu şehir yanlışı ve doğrusu ile insanı şaşırtan bir şehir. Her zaman çekmezler veya her zaman yanlış yere park etmekten ceza yemezsiniz veya siz şöförken  'Buraya da park edilir mi, yuh!'  dediğiniz çok zaman olmuştur. Ama sürer, geçersiniz, birşey yapmazsınız, keyfiyet ve şans herşeyi yönetir genellikle. Özellikle virajlarda araba bırakılması pek hoş olur öteki sürücüler için. Ama tabii her zaman yine de doğruyu yapmak gerekir, çünkü piyangonun kime çıkacağı belli olmaz bu ülkede.
...
Türkiye google bugün güzeldi, Jules Verne nin doğumgününü hatırlatmak için yapılan grafiği beğendim.Ama her yerde böyle bir hatırlatma yoktu. Jules Verne 8 Şubat 1828 de doğmuş. Osmanlı da o tarihlerde doğan birinin bir bilimkurgu yazarı olması ihtimali ne idi acaba?  Sıfıra yakın bir değer olsa gerek...
---
Geçen sefer aslında evrimden yine bahsetmek istiyordum, evrim bitkilerde, hayvanlarda ve insanlarda olan bir gerçek. Bugün evrimi hala kabul etmemeye çalışmak o kadar büyük bir cahillik ki, anlatmakla bitmez bu cahillik...Evrim sadece Darwin in bir kitabı falan değil, Darwin in yanlış olduğu konular olabilir, ama evrim  yadsınanamaz bir gerçek. Sonra evrim 'maymundan gelmek' gibi basit bir şey de değil. Bunu bu şekilde telafüz edenlere  -içimden tabii- 'Ulan, siz hala maymunsunuz be! Pardon iyi ve şeker maymunlardan...' demek geliyor...:-))

2011-01-02

Ein Buch:Haben_Oder_Sein

Das ist ein sehr bekanntes Buch, ich weiss. Wir waren alle mal Anfaenger. Das Buch hatte mir eine Freundin geschenkt gehabt, glaube ich. Ich weiss nicht mehr genau...Oder ich habe es einfach in dem Zimmer gefunden, wo ich damals gewohnt habe und habe angefangen zu lesen...? Das Buch ist sicher ein Teil meines Lebens. Es war das erste Buch, das ich von Erich Fromm gelesen habe...
Heute, beim Aufraeumen wieder, habe einen alten Umschlag gefunden aus meiner Studiumzeit. Aus Tübingen. Ich war überrascht, habe am Anfang nicht einmal verstanden, worum es handelt. Und dass dieses Müllstück so lange überlebt hat, war auch erstaunlich. Irgendwelche Broschüre von der Erich Fromm Gesellschaft sollten drinnen sein...So lange her schon...
Was mir von Erich Fromm immer wieder in letzter Zeit einfaellt, ist die Theorie von den Phasen des Kapitalismus... Erste Phase des Kapitalismus und Sex; zweite Phase des Kapitalismus und Sex...In der ersten Phase des K. war alles auf  langfristig eingestellt. Enthaltsamkeit war eine Tugend. Die Schichten, die Geld gehabt haben, haben auch Produkte gekauft, die langlebig waren...Und das war damals eine Selbsverstaendlichkeit... Die Medien waren in einem erzieherischen Ton und nicht aufputschend so wie heute...
In der zweiten Phase des Kapitalismus war schon alles anders... Kapitalismus hat die Triebe entdeckt gehabt und wollte sie für sich selber benützen...EAT, PAY,WORK  war die Devise...Das heisst; die Medien waren nur Aufputscher für mehr Konsum...Und es sollte alles kurzlebig sein, sowie die Produkte, die wir kaufen...Keine besondere Qualitaet, besteht nur noch in der  Garantiezeit, wenn überhaupt. Schnell zum Wegzuschmeissen und ein Neues kaufen...Das neue Produkt ist meistens auch nicht viel besser aber für die kurzlebige Konsumzeit essentiell...Und so geht es weiter...
Diese Gedankenreste sind nicht aus dem obigen Buch, aber im Nachhinein kommt mir vor, dass das Gleichgewicht zwischen Haben und Sein schon laengst ein Problem war...

2010-12-01

Habermas

Habermas, yukaridaki linkten de okuyabileceğiniz gibi tanınmış Alman filozofu. 'Kamusal alan' Habermas ın kendine özgü bir konsepti falan değil, hatta felsefesinin o kadar da önemli bir kavramı değil aslında. Niye bu ülkede bu kavramla öne çıkmış gözüküyor anlamış değilim. 'Strukturwandel der Öffentlichkeit'  1962 de çıkmış, nerdeyse klasik olmuş, ama Habermas ın doçentlik tezi olarak yazdığı bir eser. Asıl önemli eseri 1981 yılında çıkan 'Theorie des kommunikativen Handelns'.
Habermas maalesef hala Frankfurt Okulu nun ve Kritik Teori nin, biz ona Eleştirel Kuram diyelim, son temsilcisi olarak geçiyor amatör felsefeciler için yazılmış bazı açıklayıcı metinlerde...Felsefe ile ciddi anlamda uğraşan insanlar bilirlerki, Alman Idealizmi 2.Dünya Savaşı nın katliamlarından sonra ciddi anlamda krizdeydi ve bence kendi kendisini lav etmesi gerekiyordu, ama o zaman da Marx ın eline düşmekten korktukları için bir çıkış yolu arıyorlardı. Alman kimliği aslında yahudi entellektüeller tarafından nerdeyse zor durumda bırakılmıştı. Marx ın dini eleştirisi, Modernite, hiçbir zaman haz etmedikleri Fransız olan (ve nerdeyse sadece bu yüzden sevimsiz olan:-) Fransız İhtilali hep üstlerine gelmiş, onlar ise bütün bunlardan nasıl kurtulacaklarını düşünmek zorunda kalmışlardı. Almanların bence en severek yaşadıkları toplu hareket Martin Luther in protestanlık hareketi idi. Yahudiler dini hiristiyan kimlikle problem çıkartan bir yapıda idiler birçokları için. Biliyorum 2.Dünya Savaşı nda birçok iyi manada hiristiyan yahudi katliamlarına karşı çıktı ama onları da kamplara attılar. Büyük çoğunluk ise onları yıkıma ve ateşe yönelten önder Hitler in peşinden gitti. Çünkü çoğu, aynen burdaki bir kısım küçük burjuva gibi, zafere susamış ve kimlik krizi yaşayan kitleler idi.
Şimdi bütün bunları niye yazdım? Habermas gerçek manada Eleştirel Kuram ın ve Frankfurt Okulu nun temsilcisi değildir... Çünkü bu hareketlerin özünden uzaktı kendisi. Bu hareketleri tekrar Kant ın iyimserliği ile sulandırmak istedi ve buna  'Öffentlichkeit ın  çok ihtiyacı vardı. Almancayı iyi bilen bir insan Habermas ın stil farkı ile Adorno ve Horkheimer in stil farkını hemen hisseder...Nietzsche bile bence bu iki harekete Habermas tan daha yakındır...:-)))
Habermas sivri, patlayıcı içerikleri yuvarlayan biri olarak büyük beğeni topladı, çünkü Freud un, Marx ın köşeli kuramları birçok kişiyi bu düşünürlerden uzak tutuyordu...Neyse, şimdi konu bu değil. Türkiye de birdenbire bu başörtüsü meselesi tartışmalarında   'kamusal alanın ideolojik tanımı'  gibi bir kavram sarfedildi. Hahahaha!!!!
Bu ülkenin bir tarihi var, burası Fransa değil, 25 yılda ikinci kahveyi yapamadılar benim oturduğum yerde, ki Istanbul un ortasında yaşıyorum...Bu ülkenin bir tarihi var, akşam ezanından sonra sokağa çıkmak diye bir kavramı vardı ki  bu kültürün, ki hala onun kalıntıları yaşıyor...Sokakta köpekten başka dolaşan yok belli bir saatten sonra, onlar mı kamusal alanın sahipleri acaba, politik devrim yapacak olan  'cafe' lerde toplanıp... Hahahaha!!! Bu toplum senelerce Selamlık ve Harem olarak yaşamadı mı? Toplum hala bunun izleri ile dolu değil mi? Herkesin başı kapalıydı bundan 300, 400 yıl evvel...Devrim olmasa şimdi parayla etrafta dolaştırılan politik çarşaflı ve türbanlı kadınlar da o zamanki gibi evlerinde oturuyor olacaklardı...
Ayrıca Anadolu da köpeklere de tecavüz edildiğini okuyoruz gazetelerden (HDN, tarihi ekleyeceğim), köpeklere tecavüz edilen bir yerde kadınları kapatmazsın da, ne yaparsın? Hahaha... Özgürlükmüş!!!!
Cinsel kontrol mekanizmaları gelişmemiş bir toplumun içgüdüsel bir korunma ihtiyacı olur...Ama bu ihtiyaç 'Allahın emri' diye pazarlanıp, bunun üzerinden kendi cebinin çıkarlarını devletin çıkarlarını gözardı ederek kullananlar varsa, bunun ismi özgürlük olmaz. 'Kamusal alan' ı padişahın emirlerinden ibaret gören bir toplumun mirasçısıyız... Bunu unutmayın... Ayrıca kadın orda hiç olmasa daha iyi eskilere göre...
Türkiye deki durumun Habermas ile bir ilgisi yok, ama buraya ayrıca Habermas ın günümüzdeki liboş politikaları eleştiren bir röpartajını ekleyeceğim.

2010-11-29

Golden_Fleece____Altın_Post

Yunan Mitolojisinin bu ünlü hikayesi  felsefe okurken de sık, sık karşıma çıktı. Ama bana o sıralarda tuhaf gelen bir hikaye olarak kaldı. Günümüz insanı  ve  hatta felsefeden akılcılıkla ilgili çok şey bekleyenler bu hikayeleri anlayamaz. Çünkü bu hikayeleri anlayabilmek için, ki böyle birşey varsa:-)), bambaşka bir bakış açısı gerekli. Günümüzde  'anlamak' kitlesel bir açıklık şeklinde anlaşılıyor, halbuki eskiden, ama gerçekten çok eskiden böyle değildi... Kitlenin anlayabileceği şeyler neden ilginç olsun ki, hele de kitleler bilerek ve isteyerek aptal ve aç tutuluyorsa...
Ama bu elimizdeki iletişim aracı da kitlesel bir araç. Kitlenin aydınlanmasını istiyoruz ama bu zor ve acılı bir süreç gibi gözüküyor...Mümkün mü, onu da bilmiyoruz, ama doğru olan yine de kitleyi  aydınlatmaya çalışmaktır diye düşünüyoruz...
Altın Post Kurban Bayramı ile birliklte zihnimde tekrar güncellendi. Buraya İngilizce bir Wikipedia linki koyuyorum ve ilk cümleyi yazıyorum.

In Greek mythology, the Golden Fleece (GreekΧρυσόμαλλον Δέρας) is the fleece of the gold-haired[1] winged ram.


Ve altın bir koç görseli arıyorum yine google dan. Karşıma http://chulie.wordpress.com/page/5/ sayfasından alınmış bu koç çıktı. Çok hoş di mi? Başka çok enteresan ve hoş bloglara da rastladım. Ve şunu farkettim Türkiye de yaşamak tabii insanı kitle konusunda çok karamsar yapıyor...Türkiye gerçekten o aradaki 500, 600 yılı kitlesel manada asla kapatamadı ve daha da geriye gitmesi için uğraşıyorlar...İnanılmaz birşey! 

2010-11-20

Pious Camel

The pious camel said, she doesn t want to provoce  'muslim' men!
http://www.der-postillon.com/2010/11/saudi-arabien-islamisches-gutachten.html

2010-11-10

Der muss ein AKPler sein! Ungeschliffen bis zum geht nicht mehr!

Oben gibt es ein Interview, das mit seiner Flachheit und Holprigkeit eine weitere peinliche Aktion von AKP-Diplomatie darstellt.
Dieser angebliche  'Diplomat'  muss ein AKPler sein, ein Anatolier ohne Benehmen, aber gutmütig, offen und übermutig wie immer. (Ich weiss nicht woher er wirklich ist, aber er ist sicher kein Republikaner! Das sieht man!)
In Wien war ich philosopisch als ich einen Artikel über dieses Kopftuchthema geschrieben habe,
ich bereue es momentan. Dazu muss man mehr schreiben.
Die Frechheiten von AKP nehmen zu. Aber super! Schliesslich gelten diese Leute für manchen Europaer noch immer als demokratisch!!!!! Die waren nie demokratisch, es geht denen nur darum, dass sie ihre eigene Interessen durchsetzen und das mit allen Mitteln. Und das Kopfruch, das die AKP-Frauen tragen hat mit Islam definitiv nicht zu tun!!!  Die Probleme dieser sozialen Klasse mit dem Geschlecht kann man mit Freud und Marx  studieren, fürs Glauben fehlt denen alles Sprituelle... Das einzige, was sie wirklich wollen, ist sozialer Aufstieg mit allen Mitteln. In vielen Faellen auch mit unlauteren Mitteln, sowie es in der Türkei der Fall war.

2010-09-26

Dolmadan Sonra

Aristoteles in  Meta ta pyhisica sının ismi niye  böyleymiş biliyor musunuz? Bir düzenleme çabası olarak 'fizikten sonra gelen kitaplar' manasında kütüphanecinin bir tercihi imiş...
Dolmadan sonra veya dolmadan öte veya vucüdun ötesinde ne var onunla ilgilenelim diye mi acaba şimdi konmuş bu başlık diyebilirsiniz belki...Belki...
Hayır, sadece bir sıra belirlemesi...Dolmadan sonra...
Arada çok şey yazmayı düşündüm, istedim tabii her zamanki gibi...Seyahat dolayısı ile olmadı. Webspace üzerinden hayatımda, daha doğrusu iç dünyamda süreklilik arar olmuştum, ama bu hastalıktan biraz kurtuldum sanki...Süreklilik arayışı ve aşırı fragmantasyon  hep birbirini takip eder olmuş hayatımda.
Kitaplar...Kitaplar yine de (herşeye rağmen) süreklilik arayışında  iyi bir dost...(Dolma ile de denedim ama olmadı:-)
Jacob Sasportas (1610-1698) yılları arasında  yaşamış bir Londra Rabbisi...Son zamanlarda okuduğum ve seyahat dolayısı ile bir türlü bitiremediğim kitabın başkahramanlarından bir tanesi.
Benim için  'kötülerden'..:-).Adamı en başından beri hiç sevemedim...Elimdeki kitabı bir roman gibi okuyorum, zaten de o şekilde yazılmış... Tam bir İngiliz ajanı gibi çalışıyor, rabbi olmasına rağmen...Sabetaycı olacak halim yok, ama kaçıkları nedense  'akıllı'lardan daha çok sever oldum... Sabetay Freud a göre bir tür dini psikoz yaşıyor olabilir veya non-freudian bir açıdan gerçekten bir yahudi din büyüğü olabilir ama politik bir örümcek ağının içerisinde gerçek ne yapsın?
Kitap  'nötr'  olmaya çalışıyor, ki böyle birşeyin olmadığı bariz...Hele bu kitapta daha da çok ortaya çıkıyor, kimin ne kadar  'nötr' olabileceği...:-))))
S 142  'Sabetaycı hareket zaten Londra da geniş yankılar uyandırmıştı, hatta Hristiyanlar arasında Yahudi cemaatindekinden daha çok konuşuluyordu.' Hiç şaşırmadım...

2010-07-26

Totem_und_Tabu_1913

Yine Wikipedi den

Totem und Tabu mit dem Untertitel: Einige Übereinstimmungen im Seelenleben der Wilden und der Neurotiker ist ein Buch Sigmund Freuds aus dem Jahr 1913. Es besteht aus vier Aufsätzen, die in den Jahren 1912 und 1913 zuerst in der Zeitschrift Imago erschienen.

Feuerbach_1804_1872 und Freud



Ludwig Feuerbach 27 Temmuz 1804 te Bavyera da doğmuş. Onun da şimdiden doğumgününü kutluyoruz:-) Bugün 26 Temmuz 2010. Bir 19.yüzyıl filozofu, bence felsefe de, özellikle Batı felsefesinde en ilgi çekici yüzyıllardan biri.

Wikipedi deki Almanca sayfayı ben o kadar beğenmedim, çok etraflı ama bazı kısa ve öz verilmesi gereken şeyleri atlıyor sanki...
Bir kere Feuerbach çok keskin bir gözlemci idi. Çok keskin bir psikolojik gözlemci. Freud u bu yönü ile etkilediği açık.
Olay din var mı, yok mu değil. Bu gerçekten çok aptalca ve basit bir soru olur böyle yüksek seviyedeki düşünürler için. Herkesin herşeyi anlaması şart değil. Feuerbach ın din eleştirisi dine en büyük katkılardan biridir aslında...Aptal ve egoistleri dinden ayıklamak o kadar kolay birşey değil...Din kitlelere hitap eden birşey olduğu için, içinde cahillik çok oluyor tabii, bu nerdeyse kaçınılmaz birşey...Ama yine de toplumsal eğitim seviyesinin yükseltilmesiyle bir toplumun ilerlemesi arasında bir ilişki var.

2010-05-18

Amenhotep

http://de.wikipedia.org/wiki/Amenophis_(Altägyptischer_Name)

Evet, bugün yine bilmediğim birşey daha öğrendim.'Amenhotep' bir eski Mısır firavunu idi.4.sü bizim için önemli olan. Seneler evvel okuduğum ( Der Mann Moses und die monotheistische Religion_1937) bir kitap hakkında başka bir kitam okuyorum.Enteresan.
Eski Mısır her gün daha çok ilgimi çekiyor ama yeterince vakit olmuyor bu konu ile derin bir şekilde uğraşmak için.
Ama bazı bilgi kırıntılarını çok ilginç buluyorum. Eski Mısır da 3 Mevsim vardı ve her bir mevsim 4 aydan oluşuyordu. Yani 1 yıl yine 365 gün ve 12 ay idi.
Bunun dışında antik Mısır da sünnet adeti olduğunu bilmiyordum.

2010-04-14

Adorno 11 Eylül 1903_6Ağustos 1969

Bugün Adorno nun rüya kayıtlarını (1934 Ocak ayından 12 Nisan 1969 a kadar) içeren ince bir kitap geçti elime, uzun bir süre önce alınmış, ama tam olarak okunmamış olan...
Kitabı şimdi daha iyi anlayabiliyorum...
Rüyaları neden seviyorum? Rüyalar dürüsttür ve bazen son derece kesin olabilirler...Kati. İnsanın kendi iradesinin üzerinde bir hakimiyetleri vardır. Bütün rüyaların değil tabii ki. Herkesin rüyası da bir değildir. Adorno zaten herkes değildi, Adorno Adorno idi. Freud un Freud, Jung un Jung olması gibi...Adorno aynı zamanda bir insan idi tabii, hepimiz gibi...Felsefi bir sorun işte yine:-))
Rüyalar derin ve söylenemeyecek olan şeylerle uğraşırlar, bu yüzden de belki benim gibi yüzeysel olmayı seven ve geveze insanları ilgilendirirler...
Rüyalar belki de Adorno nun bütün yazdıklarından daha gerçek. Adorno çok zeki ve hassas bir insandı, bunu söylemeye herhalde gerek yok ama yine de tekrarlayalım. Bir şeyleri hissetmiş olmalı bu rüyaları yazarken, yoksa yazmazdı büyük bir ihtimalle. Hayat boyu çözemediği problemleri bu rüyalarda hissetmiş olmalı...Rüyaların (bazı rüyaların diyelim) gerçekliği yaşadığımız hayatın üzerindeki bir gerçekliği gösterir. Bu yüzden rüyadan kaçış olmaz. Kesin ve katı gerçeği gösterir bazı rüyalar bireye. Ama bunu yaparken birey hiç de umurlarında olmayabilir...
Batı sanatına da konu olmuş olan Yusuf un rüya tabirlerinden bir tanesini hatırlayalım. Yusuf beraberinde hapiste olan iki kişiden birine yarın asılacağını ve ölü kafasını kuşların didikleyeceğini söyler. Bu söylenen kişi açısından korkunç birşey değil mi? Rüya için sadece bir görüntüden ibarettir bu gerçek...Kesin gerçektir ama bireyin hayatı açısından önemsizdir... Bu enteresan değil mi?

2010-04-02

Nisan

Nisan ayına geldik. İbrani takviminin ilk ayının ismi Nisan. Gregoryen takvimde bu Mart ve Nisan aylarına tekabül ediyormuş.

Almanca Vikipedi den alıntılıyorum aşağıya:

'Nisan/ ניסן (auch Nissan) ist der siebte Monat nach dem „bürgerlichen“
jüdischen Kalender und der erste Monat nach dem „religiösen“ Kalender. Er
dauert immer 30 Tage. Nach dem gregorianischen Kalender beginnt der
Nisan Mitte März. Im Türkischen wird der Monat April als Nisan
bezeichnet.'

Ayrıca bu ayın 14 ünde 'Passah' veya 'Pessah' bayramı varmış. 'Pessah' kelimesini din tarihçilerinden biliyorum, Türkçe de 'Hamursuz Bayrami' diye geçiyormuş. Paskalya kelimesi ile Pessah kelimesi arasında eski aramiceden kaynaklanan bir ilişki varmış.
Eski Mısır da ezilen bir halk iken, Musa nın önderliğinde firavunun elinden kurtuluyorlar diye yazıyor kutsal kitaplarda. Ama tabii tarih olarak mı, sembolik olarak mı anlamak lazım, bilemiyorum. İşte Hamursuz Bayramı bu meşhur 'Exodus' (Çıkış) olayının anısına kutlanıyormuş.

2010-02-22

Örümcek_Arakhne_Ankebut


Ne enteresan di mi, bu üç kelimenin de örümcek demek olması...
Athena ve Arakhne nin hikayesi pek hoşuma gitti...Örümcek olan kadın...



Resim Velazquez den; yaşlı kadın kılığına girmiş yunanlı tanrıça Athena yı Arakhne ile konuşurken gösteriyor...

16 Mart 2010

Bu sayfaya eklemek istediğim birçok şey vardı ama çok yavaş bir şekilde ekleyebiliyorum onları.

'Ankebut' Türkçede Kuran daki bir sure olarak biliniyor ama örümcek demek olduğunu kaç kişi biliyordur acaba. Zaten genel olarak Kuran ı anlamamayı, anlamaya yeğ tutan, Kuran ı sihir zanneden çok cahil bir topluluk var burda.
Neyse biz işimize bakalım. Ankebut örümcek demek ve Kuran daki 29.Sure nin 41.ayetindeki bir benzetme ile karşımıza çıkıyor.

29:'41- Allah'ın dışında başka veliler edinenlerin örneği, kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir bilselerdi.'



1 Mart 2012

Ek: Başka bir kaynakta  'dişi örümcek' tercümesini okudum, herhalde daha doğru, yukarıda verdiğim tercümeden.

2009-09-27

Eylül bitmeden...

Evet, insan bu kadar uzun zaman elektronik günlüğüne birşeyler yazamamış ise, artık yapacak birşey kalmamıştır özet yazılardan başka...
Gün, gün yazmak aslında en güzelidir, çünkü yazmadığımız günlerde kimbilir ne kadar çok şey uçup, gitmiştir...
Eylül ayını sevmiyorum. Evet, itiraf ediyorum. Belki utanmam gerek Eylül ü sevmediğim için ama Eylül ü gerçek anlamda sevmiyorum...Utanmam gerek belki, çünkü Eylül bana canım kızımı getirdi. Ama aynı zamanda benden babamı alıp, götürdü. Onu bu yüzden hala affetmedim. Ama önceden de Eylül ü sevmezdim, yani bu benim için çok önemli iki olay dışında da hiçbir zaman Eylül benim için bir Mayıs, bir Nisan olmamıştır, ama tabii yine de kış aylarından iyidir...
Yaşlandıkça her ayın önemli, kendi içinde bir mucize olduğunu anlıyorum... Artık sevip, sevmemeyi geçip, anlamaya çalışmalıyım diye de düşünüyorum bazen...
Eylül ibrani takviminin son ayı imiş ve Elül ibranicede 'arayış' manasına gelirmiş. Bunları Cumhuriyet in bir ekinde okudum, çok güzel bir yazı idi. 18 Eylül bu sene 'Roş Aşana' imiş... 20 Eylül de ŞEKER Bayramı idi. Ayın 9.ayı bitti, 10. aya girdik Ay takvimine göre...
İslami bayramları nedense (!!) antropolojik bir merak ve sevgi ile uzaktan anmakla geçiştiremiyorum... Bayram a ne deneceği konusunda bile ihtilafa düşebilecek kadar aptal ve çatışmaya merakli son derece cahil bir topluma hiçbir Bayram yakışmaz...
Bir kendini beğenmiş zorba 'Bayram a ben ne dersem, o denir.' küstahlığına vardırmışsa işi, vay o milletin haline...
Geçmiş ŞEKER Bayramı nız kutlu olsun!

2009-07-24

'Mustafa' filmi hakkında

Maalesef bir blogda bütün düşünceleri yazmak mümkün oluyor, ama yine de kısa bir not almak bile insana o zaman neler düşünmüş olduğunu hatırlatıyor.

Filmde beni biçimsel olarak en çok irrite eden şey, müzikti. Müzik için Goran Bregoviç yazıyordu ama ne olduğu yazmıyordu. Duyduğumuz ise 'Time of Gypsies' filminin müziği idi veya ona çok benzeyen bir müzikti. Ben Goran Bregoviç i müzisyen olarak çok severim ama bu filmdeki müzikler tam bir facia idi... Zaten bu piyasa filmi (ki bence asla belgesel değildi) optik üzerine kurulmuş, akustik önemsenmemiş. Bu Türkiye için çok klasik birşey. Kulaklar kakafoniye alışmış, sıfır hassasiyet. (Köşedeki camiinin imamı yine saçmalıyor, bugün Cuma olduğu için, ama kimse takmıyor, herkes kendi havasında. Gürültü burda insanları rahatsız etmiyor. Daha iyisine alışmamışlar ki, tanımamışlar ki...Adam kendi sesi esnasında konuşmaya devam ediyor, olabilir mi böyle birşey? Ben ve ben şeklinde. Normalde mesela ezan okunurken, konuşulmaz. Ama adam kendisine doyamıyor ki...Ben ve ben şeklinde...Hey hayt! Bir kenar mahalle imamından başbakan olmadı mı bu ülkede? Belki Allah ona da denizde millletten çalınmış gemiler, iç edilmiş televizyon kanalları, yasadışı ihaleler ihsan eder...Belli mi olur?)
Eğer Can Dündar zerre kadar Atatürk ü anlamış olsa, o film müziğini seçmezdi. Hadi bunu geç, peki kendi sesi ile herşeyi seslendirmesi neydi? Madem Sabancı dan destek alıyorsun, bir tiyatrocu profesyonel tut da, o seslendirsin. Hem yazıp, yönetiyorsun, bir de senin seslendirmen şart mı?
Sonra filmde kopukluklar vardı. Bu biçimsel eleştiri kısaca. Tabii içerik eleştirisi daha komplike bir olay...

2009-07-12

Die gelbe Kuh_1911 Franz Marc

The Yellow Cow
1911
Oil on canvas
140.5 x 189.2 cm
Solomon R. Guggenheim Museum, New York

Kuran da 2 numaralı İnek (Bakara) Sûresinin 69 . Ayetinde

Onlar, “Bizim için Rabbine dua et de, rengi neymiş? açıklasın” dediler. Mûsâ şöyle dedi: “Rabbim diyor ki, o, sapsarı; rengi, bakanların içini açan bir sığırdır” dedi.

Sarı İnek Bahsi (bazıları  'sığır' kelimesini de kullanıyor)

2:67 - 71 arası 


2008-05-29

Cahillik ve Tr üzerine

Çetin Altan ın bugünkü yazısından bir kesit

'Malezya’da da, namaz kılan bir robot yapılmış.
İster misiniz, burjuva enternasyonalizmi yaygınlaştıkça ve yoksul yığınlar da; dünya nimetlerinden yararlanmayı, öldükten sonra cennet nimetlerinden yararlanmaya yeğledikçe; camilerde imamların yerini de robotlar almaya başlasın.
“Olmaz olmaz” dememeli.
“Olmaz” olmaz.
100 yıl önce ezanların, hoparlörlerle okunacağı akla mı geliyordu; artık hiçbir müezzinin şerefeye çıktığı yok.'

Haber bence çok komik, ama Çetin Altan ın esprisi de süper. Üstelik maalesef doğru. Namazın anlamını anlamamış insanlar ancak namaz kılan robotlar yapabilirler.(Ki o muhtemelen böyle düşünmüyor, bu benim yorumum çünkü bence namaz kılan robot yapma fikri bir kere saçma) Nasıl bugün de dindarlık adı altında dincilik yapılıyorsa, cahil zihniyetlerin ezan okuması da kendilerine göre oluyor. Ben eski usül ezan okunması taraftarıyım. Hoparlör denen (aslında Türkçeye hiç uymayan bir kelime yine Fransızcadan beyinsizce araklanmış olan) o ses artırıcı aletler insan sesine yapılmiş bir hakarettir. Hele de bizim camilerimizdeki kadar detone bir şekilde ayarlanmışlarsa...
Eskiden bazı dinlerde, ne kadar büyük bir kule yapılırsa, göğe o derece yakın olunacağı ve tapılanın seviyesine erişilebileceği varsayılırdı. Bir ilkellikti ama psikolojik olarak şekil değiştirmiş de olsa hala sürüyor bence. Sanki bir insan ne kadar çok bağırırsa, o kadar çok duyulacakmış gibi...Bu maneviyata aykırı bir güç tahayyülü... Ama cahil insanın din psikolojisinde zaten genellikle maneviyata ulaşamadığı, onun yerine Tanrı ile kurduğu bir birliktelikten güç beklediği anlaşılmış. Yani cahil insan aslında inanmaktan çok Tanrı yi kendi istekleri doğrultusunda manipule etmeye çalışıyor... (En baside indirgenmiş şekli ile söylersek) Ama da bunu anlayabilecek kadar zekası yok. Çünkü kendisi, Tanrı ve öteki insanlar arasında yapması gereken ayırımı kendisini aşırı sevdiği için ruhen sağlıklı bir şekilde yapamıyor. Mesela bir mafya babası binbir günahla elde ettiği paralarıın kendisine Tanrı dan gelen bir güçle olduğuna inanıyor. Bu tabii ruh hastası bir durum. Tedavi edilmesi lazım.
Cahil insanın istekleri çok ve maneviyatı az. Aynen bizim dejenere dinciler gibi... Libidoları terbiye edilmemiş, ama istekleri çok fazla... Hem kekeme, hem geveze fenomeni...:-) Bu yüzden suça yatkınlık daha fazla oluyor. Hatta bazıları bunu kendilerinde de hissettikleri için pseudo-ahlaki bir tavır alıyorlar, dünyaya ve kendilerine karşı. Çünkü kendi vicdanlarındaki pisliği bir şekilde hissediyorlar ve bundan genellikle yanstıma usulü ile kurtulmaya çalışıyorlar. Olayın sınıf ile kesin ilgisi var ama herşey sınıf değil... Türkiye deki bazı sosyalistler din konusunda çok cahiller, dinciler zaten her konuda cahiller...Yani iki tane cahil topluluk karşı karşıya gelmiş oluyor. Ben sosyalisterin çoğunun (hepsinin olmasa da) daha az zararlı insanlar olduğunu düşünüyorum. Hele de AKP den bazı milletvekillerinin konuşmalarını işittikçe. Resmen saçmalıyorlar. Ama belli, anlaşılabilir bir şema içerisinde saçmalıyorlar. Psikolojileri çok basit ve cahilce.

2008-03-27

5.Buch Mose

Das 5. Buch Mose, ist Teil der Tora und der hebräischen Bibel. Es ist das fünfte Buch des Pentateuch und es gehört zum Alten Testament der christlichen Bibel. Sein hebräischer Name Devarim (דְּבָרִים‎ “, (אֵלֶּה הַדְּבָרִים‎ Eleh ha-devarim; „Dies sind die Worte...“). In der מִשְׁנֵה תוֹרָה‎ Mischne Tora genannt. Es heißt auch Deuteronomium. Die Bezeichnung „Deuteronomium“ (lat. „zweite Gesetzgebung“) entstammt der Vulgata, und kommt von der Septuaginta (Δευτερονόμιον). Sie basiert auf einer fehlerhaften Übertragung des Begriffs wə-chatav lo et mishneh ta-torah ha-zot (וְכָתַב לוֹ אֶת־מִשְׁנֵה תוֹרָה הַזֹּאת‎ - Kap. 17, Vers 18), welcher grammatisch nur .Kopie) dieses Gesetzes bedeuten kann, welches aber in der Septuaginta als τὸ Δευτερονόμιον τοῦτο, diese Wiederholung des Gesetzes wiedergegeben ist. Obwohl der Name auf einer Fehlübersetzung basiert, ist er nicht unangemessen, da das 5. Buch Mose in der Tat weite Teile der im enthaltenen Gesetzestexte wiederholt.

Bu kitabı buraya eklemem lazımdı. Bir kere unuttum eklemeyi, tekrar unutabilirdim. Freud ve Wagner Jauregg hakkında okuduğum kitapta Eissler bu kitaptan sıklıkla bahsediyor. Türkçede tevrat diye bilinen eski yahudi kutsal metinlerinin ilk beş kitabının beşincisi oluyor. Bu kitap Jung da da geçiyor.

2008-03-20

Cenacolo 1495-1498


Leonardo da Vinci (1452 - 1519) nin 'Son Akşam Yemeği' tablosu pek ünlüdür. (Türkçeye böyle çeviriyorum. Belki daha iyi bir tercümesi vardır,bilmiyorum.) Bugün Almanca konuşulan ülkelerde 'yeşil perşembe' imiş. Bunu da gazeteden öğrendim. Senelerce yurtdışında yaşamama rağmen bir türlü dini tatil günlerinin ne olduğunu öğrenemedim. Bana anlatılanları da hep unuttum. Ama şimdi vaktim var ve ne olduklarına bakabiliyorum. Normal hayatın içerisinde insan genellikle 'tatil' ve 'non-tatil' gerçeklerini algıladığı için böyle şeylerle uğraşacak vaktim olmuyordu. Ama kıştan sonra ilkbaharın geliyor olması muhtemelen herkesi etkiliyor... Her gün yeşillenen ağaçları seyrediyorum penceremden büyük bir mutlulukla...
Bu sene paskalya erken geldi. İspanyolca bir sayfada okuduğuma göre ilkbaharın ilk dolunayında kutlanıyormuş, Almanların 'yeşil', İspanyolların 'kutsal' dediği 'perşembe'. İsa nın ölmeden önceki son akşam yemeğinin yıldönümünü ifade ediyormuş.
Yukarıdaki tablo ama bence hiç gerçeğe uygun değil, zaten olması da gerekmiyor... Batı nın hiristiyanlık ile olan ilişkisi açısından ilginç. Aslında hirsitiyan ve batılı olmak kolay değildi, çünkü hiristiyanlık doğudan gelen bir din idi. Dili Avrupalı dillere çevrildi ama orjinalinde bir Avrupa dilinde gelmedi Avrupa ya.
Yine bir tesadüf oldu ama dünki blogda Almanca da 'Islamwissenschaftler' diye bir kelime geçiyordu. 11
Eylül den sonra birdenbire bu meslek tanımı dikkat çekecek şekilde mantar gibi çoğaldı medyada. Türkolog, oryantalist gibi tanımlar yerini bu 'İslambilimcisi' kelimesine bıraktı. Türkçede muhtemelen islam uzmanı derlerdi, çünkü 'bilimci' uyduruk bir laf... Birdenbire islamın bu kadar ön plana çıkarılması bence Batı nın klasik ikiyüzlü stratejik,politik manevralarından başka birşey değil... Yani islam ile ilgilenmiyorlar aslında, islamı baştan tanımlamaya çalışıyorlar... Bunu bir kere hiristiyanlık ile yaptılar, neden aynı şey islam ile olmasın diye düşünüyorlar muhtemelen... Bu noktada Baudrillard ın bir sözü geçiyor aklımdan 'otanticiteyi kurgulamak'... Bu ama büyük bir çelişki aslında... Hatta Modern in en büyük çelişkilerinden bir tanesi bence... 'Nation', yani de 'millet' kavramı da tamamen kurgu politik arenada gördüğümüz şekli ile...
***
Denebilir ki bir yere kadar Batı hiristiyanlaştırılmaya çalışılıyor, ama bir yerden sonra hiristiyanlık batılılılaştırılmaya çalışılıyor... Bunun hiristiyan uzmanları tarafından incelenmesi lazım... Modernite tarihi açısından mit ve logos ilişkisi açısından da ilginç bu konu...