Güney Amerika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Güney Amerika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2010-06-30

Lumumba_1925_1961

Lumumba (1925-1961) yeniden gündemde. Az evvel BBC de yine bu rezil cinayetten bahsedildiğini duyunca, yazmam gerektiğini düşündüm. Halbuki yazacak birçok şey ve bambaşka şeyler vardı kafamda ama üşeniyordum. Tatilden sonra tekrar başlamak bazı şeylere insana zor geliyor.
BBC nin sanki İngiltere nin hiç suçu yokmuş gibi yapmasını enteresan buluyorum. Bütün pis işlerde BBC A.B.D. yi tek suçlu gibi gösteriyor. En büyük suçlu tabii, bunu tartışmıyoruz ama yine de...
Congo yu sömürmede İngilizlerin ve Belçikalıların ortak olduğu bir şirketten bahsedildiğini duydum. Lumumba nın katlinde CIA tek başına değildi muhtemelen. İğrenç, resmen iğrenç. Lumumba yı işkence ile !!!! öldürtüp, yerine Mobutu yu getirmeleri bence herşeyi açıklıyor...
Che Guevara (1928-1967) yı öldürmelerinden de hala utanç duymuyor birçok A.B.D. li ve ben buna hala şaşırıyorum. Ben de safım biraz galiba yavv...:-) Yavru bir kedinin ismine bile tahammül edemeyen bir Amerikalı profesörle tanışınca bir keresinde çok şaşırmıştım...
Afrika ve Latin Amerika olmasa Batı nerde olurdu 19.yüzyılın sonunda kimbilir?...

Link:http://es.wikipedia.org/wiki/Patrice_Lumumba

Bunu da Le Monde dan alıp, buraya koyuyorum:

REPÈRES
1874-1877 : exploration du fleuve Congo par Henry Morton Stanley

1886 : le roi belge Léopold II devient roi de l'État indépendant du Congo (EIC). Le Congo est la propriété du roi.

1908 : Léopold II cède l'EIC à la Belgique, naissance du Congo belge.

30 juin 1960 : le Congo belge devient indépendant et se renomme République du Congo

11 juillet 1960 : coup d'état des militaires, avec en tête le général Mobutu. Le pays est unifié en 1965, et devient la République démocratique du Congo.

1977 : politique de "l'authenticité". Le pays se nomme désormais République du Zaïre.

1997 : le général Mobutu est renversé par Laurent-Désiré Kabila

2006 : Joseph Kabila, fils de Laurent-Désiré, devient le premier président élu au suffrage universel direct.

Ayrıca yine, yeni, yeniden bir not:

Ein Kongress dieser sowie verschiedener ethnisch-regionaler Parteien und nationaler Bewegungen forderte 1959 die sofortige volle Unabhängigkeit des Kongo. In der Folge kam es zu Unruhen, auf die die belgische Regierung hart reagierte. Im Oktober 1959 wurde auch Lumumba verhaftet und gefoltert. Erst nachdem der belgischen Regierung klar wurde, dass sie die Kontrolle über das riesige Land nicht aufrechterhalten könnte, wurde er nach rund drei Monaten am 25. Januar 1960 freigelassen. Zwei Tage später, am 27. Januar 1960, kündigte Belgien Wahlen und Selbstverwaltung an und erklärte, dass es sich innerhalb von sechs Monaten aus dem Kongo zurückziehen werde. Das Versprechen hielt Belgien, am 30. Juni 1960 erhielt der Kongo seine Unabhängigkeit, nachdem einen knappen Monat zuvor am 25. Mai 1960 der MNC in den ersten freien Wahlen des Kongo die meisten Stimmen auf sich vereinigt hatte.

2008-07-13

Kafamı bulandıranlar

Aylardan Temmuz, hava çok sıcak. Medya bende genel olarak hazımsızlık yapıyor ve bazı şeyleri kusmam gerekiyor...

Betancourt

Betancourt Kolombiya da başbakanlığa adaylığını koymuşken FARC tarafından kaçırılan bir kadın politikacı. 6 yıl rehin tutulduktan sonra Amerikan ve İsrail istihbaratlarının işbirliği ile kurtuluyor. En azından El Pais de böyle yazıyordu. Bu iki istihbarat örgütü Kolombiya lıları yetiştiriyor ve örgütün içine sızmalarını sağlıyor. Uzun vadeli, sabır ve itina gerektiren bir plan. Kolombiya başkanı Uribe tabii ki 'biz' başardık diyecek, çünkü özel olarak yetiştirilenler Kolombiyalı.
Neyse, bu olayın özeti, bunlar beni pek ilgilendirmiyor. (Bu arada İsviçre gazetesi NZZ de de FARC ın rehineler için büyük paralar aldığı yazdı. Ben birinci versiyonu daha mantıklı buluyorum. Ama tabii bilmediğimiz kesin çok şey vardır.)
FARC da PKK gibi yasadışı uyuşturucu kaçakçılığından geçiniyor. Tecavüz, disiplinsizlik anlaşılan diz boyu. (Bu arada PKK nin tecavüzleri tabii ki Batı basınında yer almıyor. En son tecavüz de 14 yaşındaki bir kızın dövülerek, öldürüldükten sonra, sokağa atılması ile ortaya çıktı.) Bu iki örgüt de aslında yasadışılığın normal bir hale geldiği, medeniyetle ilgisi olmayan kurumlar... Yine de manasız bir sol romantizm ile bu örgütleri savunmaya çalışanlar var. Sol ve solculuk ile bence ilgileri yok, çünkü belli bir seviyeye gelebilmiş kurumlar değiller Şiddetten uzak duran bir sol yaratmak önemli.

***

Ağrı Dağ ında 3 Alman

Keh keh. Bu konu tabii beni güldürdü. Bence kaçırılan Almanların hoşuna gidiyordur, yaz ayında bir dağda, karların ve kürtlerin içinde olmak... En bayıldıkları şeyler bazı 'sol romantik' Almanların... Keh keh... Bu olay gerçekten biraz zevkli benim için. Serbest bırakıldıktan sonra bile 'Kürt halkının kurtuluş mücadelesinin bir enstrümanı olduğumuz için mutluyuz.' falan gibi şeyler bile saçmalayabilirler. Almanların bir kısmına rahat batıyor. Alışık değiller. Bazıları Antalya da lüks bir otelde olmaktan eminim rahatsız olur, onlar acı çekmekten hoşlanır ve 'zoru başarırlar.'
Bir tür acı çekme narsizmi.
Bu arada tabii T.C. nin her yeri kontrol altına alamadığı haydutların etrafta kol gezdiği de bu kaçırma ile su yüzüne çıktı. T.C. nin kendi dağlarında haydut istememe ve buna karşı savaşma hakkı vardır. Bundan daha doğal birşey olamaz. Normal şartlarda kim olursa olsun aklına esen yerde adam kaçıramaz ve alıkoyamaz. Bu Türk de olsa değişmez, kürt de olsa değişmez. Batı medyası bu olayı nerden haklı çıkarmaya çalışacak, merak ediyorum. Schaeuble Roj TV yi yasaklamış. Nasıl cesaret etmiş?!
Şimdi kimbilir Tr. de Almanların başına daha neler gelir?

***

Kürt kadınları ve töre cinayetleri

Almanlar olsa idi, mutlaka istatistik tutarlardı. Türkiye de töre cinayetlerinden ölen kadınların ne kadarı türk, ne kadarı kürt diye... Tabii böyle birşey var mı diyeceksiniz. Almanlar mutlaka bir kriter bulurlardı etnik ayrımcılık konusunda, malum uzmanlık alanları... Kürt kadın politikacıların (hadi erkekleri bırak) bir kere kendi toplumlarının içerisindeki kadına uygulanan haksız uygulamaları tematize ettiklerini hiç ama hiç görmedim. Bu sanki Türkiye nin derdi, onların derdi değil. Sağdan, soldan palazlanarak bir tane kadını öne çıkarırlar, o da Betancourt gibi bir saftoriktir, vitrin olur, senelerce boşu boşuna kullanılır ama ne politika da, ne de kadın haklarında bir ilerleme olur. Çünkü kökleri en ilkel şiddet kurallarında yatan bir aşiret toplumunda erkeğin sözü geçer... Öne vitrin olarak çıkarılan kadın aslında bu düzenin bir parçasıdır, eleştirmeni olamaz... Çünkü aslında kadını birey olarak tanımaktan çok uzak bu toplumlar... Leyla Zana ve Merve Akkavaklı nın bir arada mecliste görüntülerinin yayınlandığı bir program vardı. İkisinin de vitrin olması dikkatimi çekti. Yani ikisi de arkalarındaki son derece ataerkil toplumun politik amaçlarla vitrin olarak öne sürdüğü kadınlar. Yani ikisi de gerçekten kadın olmayı ve kadın haklarını savunmayı akıllarından bile geçirebilecek konumda değiller...

2008-02-12

12 şubat


Bugün neler okudum? Hemen gün bitmeden yazalım, 6 dak. kaldı.
Cumhuriyet Gazetesi tarım üzerine bir ek veriyor. Bu konu çok önemli. Türkiye nin doğal kaynakları senelerdir ama senelerdir bilinçsizlik, hep bahsettiğim merkezi bir otorite tarafından kontrol altına alınmamış maddi bir açgözlülük ile tüketiliyor...
Bugün siklamen çiçeğinin köklerinin ve çiçeğin kendisinin yeterince beklenmeden Hollanda ya ithal edildiğini okudum. (Daha sonra yazıyı ismi, cismi ile buraya ekleyeceğim.) Bu ve buna benzer başka şeyleri duyuyoruz, görüyoruz veeee Avrupa nın zihniyetini çok iyi tanıyoruz...

***

Exxon Mobile biliyorsunuz Amerikan Halkının kendisi için kölece savaşa sokulduğu petrol firması. Amerikalılar kafalarına estikçe kendilerine muhalefet yapan ülkelerin bankadaki paralarını donduruyorlar. Mesela İranın durumunda da olduğu gibi. Bence yine aynı derecede büyük bir adiliği PDVSA nın ( Venezüela Petrolleri ) dünya genelindeki malvarlığını dodurarak tekrarladılar.

Alıntı: (Cumhuriyet,12 Şubat 08)

'ABD ve İngiltere Mahkemeleri, geçen hafta Exxon Mobil in Venezüella daki petrol tesislerinin kamulaştırlmasının ardından uğradığı zararın yeterince karşılanmadığı gerekçesiyle yaptığı talep üzerine PDVSA nın 12 milyar dolarlık malvarlığını dondurma kararı almıştı.' Bu haydutluk değil de nedir ?
Ayrıca dolar düştüğü zaman da aslında ABD bir şekilde kendi dış borçlarını kanunsuz bir şekilde kapatıyor... Bunlar sadece birkaç örnek..

2008-01-29

Chavez ABD den korkmuyor...

Milliyet, 29 Ocak 08 Salı

Hugo Chavez'den ABD karşıtı ittifak çağrısı

Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, Nikaragua, Bolivya ve Küba'ya, "ABD'nin muhtemel bir saldırısından korunmak için anti-emperyalist askeri ittifak kurma" çağrısı yaptı. Chavez, ABD'nin bölgesel güvenlik için tehdit oluşturduğunu öne sürerek, Nikaragua, Bolivya ve Küba'ya "ortak bir savunma stratejisi oluşturma ve kendi silahlı kuvvetlerini kurma" teklifinde bulundu. Televizyonda ve radyoda yayınlanan haftalık konuşmasında Chavez, "Düşmanımız ortak: Birleşik Devletler İmparatorluğu" ifadesini kullandı. Hugo Chavez, "Eğer içimizden birine saldırırlarsa, bu hepimize yapılmış bir saldırı olacak" diye konuştu.
***
Venezüela zengin bir ülke değil, ama yöneticilerinin ve halkının köle ruhlu olmayışı gerçekten takdire şayan bir olay. Ben liberalizme karşı değilim ama ABD ve İngiltere artık bir tür faşo liberalizm salgılıyorlar ve her yerde kendi dediklerini yapacak kukla hükümet adamları yaratıyorlar... Türkiye de olduğu gibi...

2007-11-19

Bolivya da Santa Cruz oyunbozanlığı

www.eluniversal.com

10:54 AM) Gobernador de Santa Cruz denuncia que Evo Morales planea autogolpe


La Paz.- El gobierno del presidente Evo Morales "planea un autogolpe" y pretende "declarar un Estado de sitio para meternos presos", denunció el gobernador de Santa Cruz, Rubén Costas, en el marco de una reunión hoy de 6 prefectos opositores al mandatario boliviano.

El gobierno "lo que quiere es declarar un Estado de sitio para meternos presos y para poder llevar adelante ese proceso totalitario. El gobierno planea un autogolpe", declaró Costas, según AFP.

Costas hizo la denuncia en el contexto de una reunión de seis prefectos bolivianos que discuten desde el domingo en Trinidad, capital del departamento Beni, medidas contra la intención de Morales de recortarles el presupuesto de las prefecturas para financiar una pensión en favor de los ancianos.

"Las instructivas que saldrán es para defender esos postulados, pero no nos saldremos del Estado de derecho que pretende este Gobierno", señaló Costas.

Los prefectos de Santa Cruz, Beni, Pando, Tarija, Cochabamba y Chuquisaca se oponen al recorte, mientras que el de La Paz, José Luis Paredes, aceptó la disminución de su presupuesto a cambio de planes de desarrollo regional.

El prefecto de Santa Cruz es un fuerte opositor a Morales y se caracteriza por sus duros ataques al gobierno. Hace poco llamó "macaco mayor" al presidente de Venezuela, Hugo Chávez, por su supuesta injerencia en asuntos bolivianos y esta semana calificó de "estúpido" al ministro de Hacienda, Luis Arce.

Bağdat ta bugün 8 çocuk daha hayatını kaybetti.

www.eluniversal.com
(11:58 AM) Ocho niños muertos en episodios de violencia en Irak


Bagdad.- Ocho niños perdieron hoy la vida en Irak en dos episodios de violencia en Basora y Bakuba, mientras las fuerzas iraquíes advirtieron que aún es pronto para levantar la alarma de seguridad en Bagdad, dijo DPA.

Cinco niños murieron junto con su madre al oeste de Basora tras la caída de un misil Katiusha sobre su casa. Otros dos niños resultaron heridos, informó la agencia de noticias Aswat al Irak.

En otro episodio en Bakuba, tres niños murieron y otros cuatro resultaron heridos al explotar una bomba en un campo de fútbol donde jugaban, según la agencia Voces de Irak.

Además, la policía informó que el noroeste de la ciudad tres policías perdieron la vida tras un ataque de extremistas contra un control policial. En otro ataque en Bakuba, tres soldados estadounidenses murieron tras la acción de un atacante suicida ayer domingo, se informó en un comunicado militar norteamericano.

Bakuba, a 57 kilómetros al noreste de Bagdad, es la capital de la provincia de Diyala, que ha visto un resurgimiento de la violencia pese a las ofensivas militares conjuntas iraquí-estadounidenses para expulsar a los insurgentes vinculados a la red terrorista Al Qaida.

Además, cerca de la ciudad de Hilla, a 100 kilómetros al sur de Bagdad, explotó hoy una bomba contra un convoy en el que viajaba Abu Abhmed al Basri, un asesor del primer ministro iraquí, Nuri al Maliki. Tanto el asesor como su acompañante salieron ilesos del ataque.

Mientras tanto, pese a los recientes éxitos en la lucha contra los extremistas, el portavoz militar iraquí, Kasem Atta, considera que es demasiado pronto para retirar la alarma en Bagdad. "Se lograron importantes resultados, pero aún no se alcanzó el nivel al que aspiramos", citó hoy el diario iraquí "Al Taakhi".

En su opinión, el plan de seguridad conjunto con el Ejército estadounidense para la capital iraquí, en vigor desde hace nueve meses, debe seguir implementándose, pues en algunos barrios aún hay grupos armados que atemorizan a la población, dijo Atta.

El portavoz militar estadounidense Gregory Smith había informado el domingo sobre una fuerte caída de la violencia en Irak en los últimos meses, en un 55 por ciento respecto a junio.

Los ataques a civiles se redujeron en un 60 por ciento, según Smith, que atribuyó la mejora al aumento de operaciones de los soldados estadounidenses y de las capacidades de las fuerzas iraquíes, así como al desarrollo de unidades policiales locales respaldadas por fuerzas tribales. Su cifra sería ahora la más baja desde enero de 2006.

El Ejército y la embajada estadounidense expresaron también durante la noche su pesar por un "accidente, en el que se vio involucrado un convoy militar estadounidense, que causó la muerte de dos ciudadanos iraquíes" y heridas a otras cuatro personas.

Fuentes iraquíes señalaron que los soldados estadounidenses, cuando su convoy se encontraba de paso por la sureña provincia de Muthannaj, abrieron fuego, sin haber sido provocados, y mataron a tiros a seis civiles iraquíes.

2007-07-10

IMF ve Türkiye

Bugün yazmak istemiyordum. Bugün medyadan uzak durma günüm idi ama başaramadım. Aşağıda birbirleriyle ilgili bir haber ve bir yorum var. Yorum o haber üzerine yapılmamış belki ama ilgisi var.

Haberden bir cümleyi tekrarlamak istiyorum: '2000 yılı başında IMF ile toplam 26 ülkenin stand-by anlaşması bulunurken, IMF ile yola devam eden 8 ülke (Türkiye, Peru, Dominik Cumhuriyeti, Gabon, Irak, Makedonya, Paraguay ve Arnavutluk) bulunuyor.'

İşte arkadaşlar Türkiye bu grupta !!!!!!!! Gerçekleri görmenizi engelliyorlar, çünkü başka hiçbir yerde birkaç aile görülmedik derecede kısa zamanda, görülmedik paralar kazanamaz. Onlar da 'Aman hakimiyeti elimizde tutalım!' diye uğraşıyorlar.
Gabon bir Afrika ülkesi, oldukça küçük ve bir Fransız sömürüsü aynı zamanda.
Peru Latin Amerika da ciddi terör sorunları çeken, yine eski bir İspanyol sömürgesi.
Dominik Cumhuriyeti Amerikan sağına hayran, bir grup burjuvanın Amerikan himayesinde yaşadığı bir ülke.
Irak ın durumu ortada. Ben yine de hatırlatayım; 1989 da S.S.C.B. yıkıldı.
2003 Mart ında ABD İngiltere ve AB yi arkasına alarak Irak ı -bütün bilinen hukuk kurallarına aykırı olarak- işgal etti. Büyük Amerikan petrol şirketleri Irak halkının aptallığı ve aczi sayesinde petrolün yüzde 75 ine el koydu. Gerisi zaten önemli değildi.
Makedonya senelerdir Yunanistan ve Sırbistan arasında Balkanlarda sorunlu bir bölge. Ufak bir bölge.
Paraguay yine Güney Amerika da sol rejimler tarafından yönetilen Brezilya ve Arjantin in arasında sırtını biraz A.B.D. ye yaslamaya çalışan ufak bir ülke. A.B.D. tabii bu fırsatı kaçırmadı ve Latin Amerika da zaten 'şeytan' olarak ilan edilmiş baş sömürücüye karşı herkes ayaklanmışken, hafif sağa doğru şaşı bakan bu minik çöl çiçeğini tabii ki sulamak istedi. Yani bu ülkenin IMF ilişkisi olması doğal.

Ben bu işlerin uzmanı değilim ama yine de Avrupa da en bilgisizlerin bile bildikleri genel geçer şeyler bunlar. Yani Türkiye inanılmaz cahil bir ülke olduğu için sizlere herşeyi anlatabiliyorlar, yoksa biraz insanlar birşey bilse, ortada bu kadar ulu orta boş laf sallanılamayacak...
İşte Türkiye bu grubun içerisinde ve AB ye girmekten bahsediyor. O AB ye girmek olmaz. AB nin Türkiye yi ilhak etmesi ve bundan da bir kesimin çıkar umması olur...
Avrupa dakiler Türkiye nin aslında hangi kümede olduğunu bilmiyorlar mı ? Herkes biliyor. 80 Milyonluk ülkedeki cehalet akıl alır gibi değil.

Yaman Törüner in ilk cümlesine katılmıyorum. Bu konuda da çok şey yazılır. Çünkü Türkiye de senelerdir, 'Yaa bu her yerde böyle, devletin malı deniz, yemeyen domuz.' gibi sallama teoriler ortaya atılıyor. Hayır ! En son kümede kaldınız! Son 50 yıldır yönetilmiyor, 'deh deh' leniyorsunuz!
Artık ülkeyi vermekten başka çareniz kalmadı... (Törüner in haklı olduğu nokta CHP nin de benim düşlediğim sistem değişikliklerini yapabilecek bir parti olmadığı, ama halk isterse olur! 'Sen iste ey uyumayan halk, herşey olur ! Bakın KOBİlere nasıl para dağıtılıyor seçim paniği ile... Sen iste herşey olur! :-)
***
Türk ün biraz birşey okumuşu hep kendini A.B.D. ve İngiltere ile karşılaştırır. Popomla gülerim, hiç alakası yoktur bu karşılaştırılan ülkelerin birbirleriyle. Ama Türk burjuvası 'okumuş' u şunu söylemek ister aslında... 'Biz 'kendimize' Avrupa yı değil, İngiltere ve A.B.D yi örnek alıyoruz. Oralarda (Avrupa yı kastederek) biliyoruz halkçı ve
sosyalist düşünenler vardır biliyoruz ama işte biz 'zenginlerdeniz.''

(Zoorrrt...Ayy pardon istemeden oldu. )

Sanki bir taraftan AB ye girmek için uğraşanlar onlar değil... İkileme ve gerçeklerden kaçma psikolojik stratejilerine dikkatinizi çekerim... Türk 'zengini' Avrupai entellektüellikten sıkılınca kendisini Vahşi Batı (Texas Çiftlikleri mesela ) ya atmak ister... Kendini oralara atıp, bi rahatlamak, kendi kendine 'Ben üstünüm, ben üstünüm.' yapmak ister. Moral olsun diye...
İçin, için o da bilmektedir aslında söylediği herşeyin sallama olduğunu, ama sallamaya atlayan o kadar çok ki... 'Ama ben iyi durumdayım ya, önemli olan da bu!' der kendi kendine...

Asıl gerçek Türkiye nin istatiksel olarak yukarda belirtilen en son kümeye Gabon, Makedonya, Paraguay...vs. gibi ülkelerle ait olduğudur. İşin ilginç yanlarından biri IMF ile standby imzalayan ülkeler arasında işgal edilmiş Irak dışında bir Asya ülkesi olmamasıdır. Büyüklük olarak da Türkiye ye en yakın ülke Irak tır. Öteki ülkelerin hepsi Türkiye den küçük ülkelerdir ve stratejik konumları da Türkiye kadar önemli değildir.

Milliyet, 9 Temmuz 2007

ATO: IMF'ye 8.7 milyar dolar borç var

ANKARA ANKA


Ankara Ticaret Odası (ATO) tarafından hazırlanan araştırmaya göre, halen Türkiye'de 20'nci stand-by anlaşmasını uygulayan IMF'nin bu denetim ve gözetimi Mayıs 2008'e kadar sürecek.
Son 49 yılın yarısından fazlasında Türkiye ekonomisinin yönetiminde belirleyici olan IMF, özellikle 2000'li yıllarla birlikte dünyada giderek gözden düşerken, Türkiye'de ise arka arkaya 3 stand-by anlaşması yaptı. Brezilya ve Arjantin'in borçlarını ödemesinden sonra Türkiye, 'IMF'ye en fazla borcu bulunan ülke' konumuna geldi.
2007 Mayıs sonu itibariyle Türkiye'nin IMF'ye toplam 8.7 milyar dolar borcu bulunuyor. Türkiye, kalan borcu için IMF'ye toplam 1 milyar dolar faiz ödeyecek. Türkiye ödediği faizle, IMF'nin cari harcamalarını finanse eden tek ülke konumuna da geldi. Rapora göre, dünyanın en yüksek nominal faizini vermeye devam eden Türkiye, yaşanan onca krize ve ödenen yüksek faturaya rağmen hâlâ yüzde 11-12 düzeyinde ve dünya ortalamasının üzerinde bir reel faiz ödemeyi sürdürüyor.
2000 yılı başında IMF ile toplam 26 ülkenin stand-by anlaşması bulunurken, IMF ile yola devam eden 8 ülke (Türkiye, Peru, Dominik Cumhuriyeti, Gabon, Irak, Makedonya, Paraguay ve Arnavutluk) bulunuyor.

Millyet, Yaman Törüner, 9 Temmuz 2007

Ülkeyi kim yönetecek?

Ülkeleri yönetenlere bakınız. Bütün dünyada ülkeler elit bir sınıf tarafından yönetilir. Bu sınıf, bürokratlar, medya sahipleri ve çalışanları, yargı organları üyeleri, üniversite mensupları, sanatkârlar ve bunları finanse edenler ile ülkenin zenginleri tarafından oluşturulur. Gelişmekte olan ülkelerde, bu sınıfa "silahlı kuvvetler"i de eklemek gerekir. Zaten, anayasalar da bu esasa göre hazırlanmıştır.
Ülkelerin yönetim biçimi ister demokrasi ister krallık olsun, bu güçler her zaman sahnededir. Aslında, demokrasi denilen şey, "kral"ın belli bir süre için seçilmesi ve zamanı gelince değişim olanağının korunmasıdır. "Güçler ayrılığı" sistemi, hâkim sınıfların birbiri üzerinde olası baskı ve hâkimiyetini önlemek üzere getirilmiştir. Özerk kurumlar bulunması, seçilmiş bir meclisin olması, ülkenin meclisin seçeceği bir hükümet tarafından yönetilmesi ile tarafsız ve anayasayı savunan bir cumhurbaşkanının bulunması, "güçler ayrılığı" sisteminin bir gereğidir. Bunlara, "milli güvenlik kurulu" ve "anayasa mahkemesi" gibi kurumları da ekleyebiliriz.

Oy kapma uğruna...
Siyaset adamları genel olarak yönetici sınıfın temsilcileridirler. Halka söylenmesi gerekeni söyler, ama denileni yaparlar. Bu yüzden, halk, haklı olarak, çoğu zaman siyasetçilerin söylediklerine inanmaz. Yine bu yüzden, siyasetçiler "iş yapacak" değil, "denileni yapacak" kişiler arasından seçilirler.
Halkın, yönetici sınıfın istekleri doğrultusunda çalışmama olasılığı olan siyasetçileri seçme olanağı da vardır. Bunu engellemek için gelişmiş ülkelerde, seçilebilecek kişi sayısı mümkün olduğu kadar azaltılır ve rakiplerin tümü, hâkim sınıf tarafından kontrol edilir. "Başkanlık" sistemi" sayesinde aday sayısı ikiye düşürülerek bu iş çok daha kolay yapılır. Örneğin, ABD'de başkan adaylarının ikisi de kontrol altındadır. ABD'deki Demokrat ve Cumhuriyetçi partiler ile İngiltere'deki Muhafazakâr ve İşçi partilerinin görüşleri çok farklı değildir. Hatta, çoğu zaman olaylar karşısında, daha önce rakiplerinin savunduğu görüşleri savunurlar.
Bizde de bu anlamdaki demokrasi yerleşiyor. Oy kapma uğruna, vatandaş satın alınmaya çalışılıyor. Vatandaşa doğru söylenmiyor. Gerçekler saklanıyor. Örneğin, kamusal alanlarda "simge haline gelmiş bulunan başörtüsü" yasağını kaldırmaya kimsenin gücü yetmez. Ama, bu konuda söz veriliyor. Aslında, "simge" biçiminde olmasa, "başörtüsü" için kimse bir şey demezdi. Hatırlanırsa, eski solcular da birbirlerini yanlardan sarkan bıyıklarıyla tanırlardı.

IMF ile beraberiz
Aslında, ekonomiyi ve yerleşmiş ekonomik kuralları hiçbir parti değiştirmeyecek. Yani, kim gelirse gelsin, yabancılar tarafından sağlanan bu ekonomik iyileşme devam edecek. IMF ile bir süre daha beraberiz. Mazotu bir liraya indirmek gibi, dengeleri bozacak işler, yapılamayacak. Çünkü, bütçe gelirlerinin bir bölümünün, belli bir işe tahsis edilmesi dönemi bitti. Rahmetli Özal, kurduğu fonları kullanarak bütçe dışı işler yapabiliyordu. Özal'dan sonra, fonlar iyi yönetilemeyince, bütçe disiplini de bitti. Sıkıntılar yeni aşıldı ve yeni fonlar oluşturulmasına izin verilemez.
Kim mi kazansın? Tayyip Bey'i, Deniz Bey'i ve Devlet Bey'i kafanızda yan yana oturtun. Kimi "başbakan" görmek isterseniz ona oy verin. Artık, hiçbirinin hâkim sınıfları karşısına almaya çalışacağını sanmıyorum.

2007-06-17

Diálogos desde Casa de América- Ramón Grosfoguel

Sociólogo e investigador, profesor en el Departamento de Estudios Étnicos de la Universidad de Berkeley (EEUU).
Ha participado en la mesa redonda "La inmigración y su impacto en las sociedades de acogida: Los Estados Unidos y España". Ramón Grosfoguel es autor de varias publicaciones sobre estudios raciales/étnicos, latinos, migraciones internacionales, desarrollo internacional comparado y análisis de sistemas-mundo y ciudades globales. Moderan Teresa Montoro y Jesús Martínez.

2007 © HORA AMÉRICA. Radio Televisión Española

2007-05-13

Brezilya

Brezilya dünyanın en büyük ülkelerinden bir tanesi. Güney Amerika kıtasının büyük bir bölümünü kaplıyor.
Papa geçen hafta Brezilya da idi. İnsanların giderek daha reşit olmaya başladığı bir dünya da Papa hala kendine koyun arıyor.
Katolik kilisesinin kayıpları olduğu söyleniyor ama benim okuduğuma göre sadece yüzde 1 yıllık bir kiliseden ayrılma var, bu da o insanların daha kötü bir katolik olduklarını göstermez. Tam tersine zaten din üzerinden para veya mevki beklemeyecek kadar iyi bir duruma gelmiş kişiler, dini kendileri için yaşama lüksüne sahip insanlar oluyor.
Kilise tabii ki maddi yardımda bulunuyor orda ihtiyacı olanlara. Kimisi bunu savunuyor. Halbuki kilise bir yerden yardım ederken, öteki taraftan muhtaç ediyor. Yani kilise politik organizasyon haline geldiğinde taraftar ihtiyacı doğuyor.
Bir ara 3.dünya ülkelerine yardım ediliyordu Avrupa tarafından, ki hala var. Ama o paralar genellikle boşa gidiyordu. Çünkü bir kesim var, nerden para gelirse, ordan yaşamayı kendine adet edinmiş.
Yani bir hafta müslüman, öteki hafta katolik, öteki hafta protestan olabilirler. Para nerden geliyorsa, ona göre.
Böyle saçmalık olur mu?
Sosyalizm Aydınlanma ideali içerisindedir. Yani kişiyi reşit hale getirmeye çalışır.
Brezilya da 12 Milyon kişi Agnostik ve Ateist olduğunu söylemiş. Bence bu hoş birşey. Çünkü bu din üzerinden politika yapmak isteyenlere karşı bence bir tavırdır.
Ki bu kişiler daha az ahlaklı insanlar değillerdir muhtemelen. Tam tersine politik
katolizmin veya fundemantal islamın erişmeye çalıştığı halk kesimleri en fazla suç potansiyeli olan kesimlerdir.
Beni Aydınlanma dan ayıran fikir, dinin bu insanların gelişiminde kuşaklar boyu faydalı olduğudur. Din faydalı olabilir, ama kesinlikle faydalıdır diye birşey yok. Artı insan faydalı olduğu için dindar olmaz. Din ve insan ilişkisi fayda ve çıkar mantıkarının üstünde bir ilişki olmalıdır. Bu yüzden bence dinin politika da yeri olmaması gerekir. Ama ahlaken din önemlidir.
Kırsal kesim veya Amerikalılar (:-) (fazla genelleme yaptığımın farkındayım, ama gerçek abartıda gizlidir diye bir söz vardır.) veya daha başka 'secular veya laique' düşünemeyen insanlar ahlak ve dini birbirinden ayırmıyorlar. Bu da beni sinir ediyor. O zaman onların dinini takip edenler 'iyi', öteki herkes 'kötü' oluyor. Bu çok tek taraflı bir dogmatizmdir.
Bu basit düşünme şeklini körükleyen politikalar var. Çünkü insanlar reşit olsun istemiyor bazı çobanlar. Toplu koyun grupları çobanların işine geliyor.

Haiti ve Venezüela

Haïti : le président René Préval pris entre Washington et Caracas
LE MONDE | 11.05.07 | 14h16 • Mis à jour le 11.05.07 | 14h16
PORT-AU-PRINCE ENVOYÉ SPÉCIAL


Après avoir assisté au sommet de l'Alternative bolivarienne pour les Amériques (ALBA) à l'invitation du président vénézuélien, Hugo Chavez, le chef de l'Etat haïtien, René Préval, a été reçu à la Maison Blanche par George Bush, le mardi 8 mai.

D'un naturel réservé, fuyant les micros et les caméras, le président haïtien navigue avec pragmatisme sur la scène diplomatique latino-américaine, agitée par le conflit opposant Washington et Caracas. "Haïti choisit ses partenaires en fonction des seuls intérêts du pays", a souligné M. Préval, peu avant de s'envoler vers Washington. Il a rappelé que les Etats-Unis restaient de loin le principal client du pétrole vénézuélien.


"Je vous remercie d'exercer l'une des tâches les plus difficiles au monde", a dit le président Bush en l'accueillant dans le bureau Ovale. Il s'est félicité des progrès réalisés depuis quelques mois en matière de sécurité et a renouvelé l'appui des Etats-Unis à la Mission des Nations unies pour la stabilisation en Haïti (Minustah).
Depuis la fin du mois de décembre 2006, les casques bleus et la police haïtienne ont lancé une série d'opérations contre les gangs retranchés dans les bidonvilles, qui ont permis de réduire notablement les assassinats et les kidnappings. M. Bush a salué l'amélioration de la situation économique et les efforts des autorités "pour instaurer un Etat de droit et lutter contre la corruption".
Selon un haut fonctionnaire américain cité par le Miami Herald, le président Bush "a gentiment réprimandé" son homologue haïtien à propos de son amitié croissante avec Hugo Chavez, soulignant que les Etats-Unis respectaient, eux, leurs promesses, et restaient le plus important bailleur de fonds d'Haïti.

LE FLÉAU DE LA DROGUE

M. Préval a remercié le président Bush d'avoir fait voter la loi de préférences commerciales Hope, qui devrait faciliter le redémarrage de l'industrie textile haïtienne. Il a appelé les investisseurs américains à revenir à Haïti et annoncé une grande campagne contre la corruption, la contrebande "et ce fléau qui s'appelle la drogue".
A l'origine d'un sommet régional antidrogue qui s'est tenu en mars à Saint-Domingue, M. Préval a souligné que les narcotrafiquants représentaient "une puissance contre laquelle Haïti ne peut se battre seule". "Par la corruption de la justice, de la police, de l'exécutif, les trafiquants de drogue investissent dans l'instabilité pour pouvoir fonctionner", a expliqué le chef de l'Etat haïtien.
Alors qu'un nouveau drame de l'immigration clandestine a provoqué la mort d'une soixantaine de boat people haïtiens à proximité des îles Turks and Caicos, le 4 mai, le président Préval a plaidé en faveur de ses compatriotes résidant illégalement aux Etats-Unis. "Je travaille dur pour faire adopter une loi globale sur l'immigration par le Congrès cette année", lui a répondu M. Bush.
Lors du sommet de l'ALBA, fin avril à Barquisimeto (Venezuela), M. Préval a obtenu une aide importante du président Chavez. Il s'est vu promettre "la fourniture de 100 % des besoins énergétiques" d'Haïti. Le Venezuela a promis quatre centrales électriques au mazout et une raffinerie pouvant traiter 10 000 barils de pétrole par jour. Caracas va aussi augmenter le financement de la coopération médicale cubaine à Haïti afin de l'étendre à toutes les communes du pays.

Jean-Michel Caroit
Article paru dans l'édition du 12.05.07

2007-05-04

Portekiz imparatorluğu 1415 1999

Yukarıda yine Wikipedia dan bir link var. Portekiz İmparatorluğu ilk batılı yayılmacı imparatorluk olarak anılıyor. Daha 15.yüzyılda Kuzey Afrika da bazı yerler işgal ediliyor.
Daha sonra Brezilya tamamen kendi halkından 'temizleniyor. Batının pek sevdiği bir terim olan 'Ethnic cleansing' denen olay oluyor burda. Tabii Wikipedia nın verileri ne kadar doğrudur bilinmez ama 3 Miyon 700 bin kişinin yok edildiği yazıyor. Bence bunu 6 Milyon yahudinin yanına eklemek lazım.
Biliyorsunuz Brezilya katolik ve portekizce konuşuyor. Yani 'mission completed.' :-)
Böyle yerlerde insanların neden sola yöneldiğini çok iyi anlıyorum. Ruh sömürüsü ile başlamış hammadde avcılığına karşı tek korunma yolu bence soldur. Bu tabii ki kişinin dinsel değerlerini değiştirmez. Yani hiristiyanlık bence fikir olarak kendi trajik tarihinin üstünde bir değer olarak kalmalı tabii isteyenler için.

2007-04-22

Haiti


Haiti yi bulmuşken bırakmıyoruz. 1492 de Amerika ın keşfinden beri İspanyol, Fransız ve daha sonra da Amerikan ın etkisinde kalmış olan ülkede eminim film yapılabilecek birçok politik dolap dönmektedir. Birara NYT de Aristide ismini sıkça okuduğumu hatırlıyorum.
Haiti Dominik Cumhuriyeti nin komşusu, ayrıca Küba ya çok yakın. Karaipler diye geçiyor bu kuzey ve güney Amerika nın yukarısında kalan ülkelerin ismi.

2007-02-22

Tahiti





İnsan sanat tarihi ile ilgili bir kitap okurken bile sömürgecilik tarihinden kurtulamıyor. Gerçi sömürü her gün oluyor, şu anda da oluyor, olay sadece tarih değil ama bazıları sömürüldüğünü idrak etmek istemiyor... (Bugün Garanti Bankası yüzde 5 değer kaybetti mesela. Bu da bir tür 'sömürü' aslında...)
Irak ta 5000 kadına tecavüz edildiğini duydum. Yugoslavya da da aynı şeyler oldu. Bunların üzerine gidilmiyor. Çünkü kadınlar kimsenin umurunda değil. Batı nın kendini ama kadın hakları savunucusu olarak öne çıkartması gerçekten enteresan...
Doğu da, Batı da kadın hakları konusunda ilkeller... Sadece tarzları değişik...

2007-02-17

Bolivya



Bolivya yüzölçümü büyük olmasına rağmen 8 Milyon nufüslü küçük bir ülke. Son zamanların en önemli hammaddelerinden doğalgaza sahip bir ülke. Petrolün yerini sanki gaz alıyor ama o da bitince ne olacak merak etmiyor değilim.
Aşağıdaki haber Bolivya nın içpolitikası üzerine. Bence inanılmaz ırkçı bir haber. Fransa şu anda İngiltere nin ve Almanya nın gerisinde ekonomi olarak. Her zamanki gibi olayı inanılmaz diplomatik manevralarla yürütmeye çalışıyorlar sanki. Fransızlar biliyorsunuz diplomasi konusunda usta sayılır. Fakat bunu da abartmamak gerekir. Sonuçta ayağını yere basmak daha önemlidir. Sanıldığı gibi Almanlar bunu en iyi yapanlar değillerdir. Onlar bu konuda yani gerçekçilik konusunda Fransızlardan iyidirler ama İngilizlerden kötüdürler. Ama aradaki fark çok büyük değildir. Eskiden sanırım aradaki fark daha büyüktü.
Evo Morales Bolivya nın yerli halkından... Seçilmesi ne kadar büyük bir olay oldu anlatamam... Halbuki ne önemi var? Ama Batı Türkler gibi düşünmez, ırkçıdır...
Yüzsüzlüğe bakın: Bütün bir kıtayı hristiyanlaştıracaksın, köleleştireceksin, doğuda görüpte sahip olamadığın bütün bitkileri burdaki insanlara ektirip bununla zengin olacaksın, yüzyıllar sonra yerli halktan birisi seçildi diye sinirleneceksin.
Yerlilerin seçilmesi ters ırkçılığa sebep oluyormuş, yani Güney Amerika ya göç etmiş beyaz Avrupalılara haksızlık oluyormuş. Ki bu doğru değil. Hahaha!
Evo Morales accepte les règles de l'Assemblée constituante
LE MONDE | 17.02.07 | 14h41 • Mis à jour le 17.02.07 | 14h41
Réagissez aux articles que vous venez de lire.
Abonnez-vous au Monde.fr : 6€ par mois + 30 jours offerts



Après six mois d'impasse, l'Assemblée constituante va pouvoir reprendre ses travaux en Bolivie. Le Mouvement pour le socialisme (MAS, gauche), le parti du président Evo Morales, a accepté, jeudi 15 février, la règle des deux tiers des voix pour l'adoption de la réforme constitutionnelle.
A Sucre, où siège l'Assemblée, Loyola Guzman n'est pas une élue comme les autres. Survivante de la guérilla d'Ernesto "Che" Guevara, elle est l'âme de l'Association bolivienne des familles de disparus. Le 6 février, elle était à Paris pour la signature de la convention de l'ONU contre les disparitions forcées. "L'Assemblée constituante incarne l'espoir d'un changement pacifique, affirme Loyola Guzman. Nous ne voulions pas que nos proches soient morts ou disparus en vain. Notre association a donc demandé au vice-président Alvaro Garcia Linera de nous faire une place sur les listes de candidats du MAS. Seul mon nom a été retenu."


Loyola Guzman n'en a pas moins gardé son indépendance d'esprit. Elle reproche à M. Garcia Linera, lui-même ancien guérillero, d'avoir bloqué les travaux de l'Assemblée constituante par sa volonté de passer en force en s'appuyant sur la majorité absolue du MAS, au lieu de s'en tenir à la règle des deux tiers des voix requise par la loi. "Le 31 août 2006, nous étions parvenus à un accord avec presque tous les autres partis, ce qui isolait Podemos, la formation de l'ex-président Jorge Quiroga (droite), raconte-t-elle. Mais le rouleau compresseur du MAS a précipité la rupture avec les minorités, a ressoudé l'opposition et a redonné force et légitimité à la droite."

Loyola Guzman estime que le MAS ne peut pas faire l'économie d'alliances avec d'autres partis. La future Constitution doit être le fruit d'un consensus. "Le gouvernement manque d'expérience et se méfie de la classe moyenne", dit-elle. Cependant, à son avis, le remaniement ministériel de fin janvier a écarté les personnalités qui bloquaient tout dialogue avec la classe moyenne.

Ainsi, la ministre de l'intérieur, Alicia Munoz, qui n'a pas évité les affrontements à Cochabamba, a été limogée. Le ministre de l'éducation, Felix Patzi, un indigéniste qui s'est brouillé à la fois avec les syndicats d'enseignants et avec l'Eglise, a également été remercié. "Le courant identitaire indigéniste stimule la revanche et le racisme", souligne Loyola Guzman, dont les traits typés reflètent le métissage des Boliviens.

Paulo A. Paranagua
Article paru dans l'édition du 18.02.07. Elections 2007 : Le Monde chez vous pour 16€/mois

2007-02-16

Morales y Lula da Silva



España
La tensión por el precio del gas marca la primera
visita oficial de Morales a Brasil
El presidente boliviano y Lula da Silva firman en Brasilia varios acuerdos de
cooperación
JUAN ARIAS - Río de Janeiro - 15/02/2007
El presidente de Bolivia, Evo Morales, realizó ayer su primera visita oficial a Brasil. Aunque apenas
duró unas horas, fue una visita de Estado, con todos los honores pertinentes. Pero estuvo marcada por
la tensión generada por la pretensión del Gobierno boliviano de aumentar el precio de los 30 millones
de metros cúbicos diarios de gas que Brasil recibe de Bolivia. De los 4,20 dólares por millón de BTU
(siglas en inglés de unidad térmica británica), La Paz quiere percibir 5 dólares. La petrolera estatal
brasileña, Petrobras, se resiste porque no quiere cambiar los viejos contratos.
Según algunas informaciones, Brasil parece haber aceptado un aumento del 300% del precio sólo
sobre los 2,8 millones de metros cúbicos que recibe el Estado de Mato Grosso, que aún paga un dólar
por millón de BTU. El precio del resto del gas que compra a Bolivia aumentará cuando Brasil
incremente sus importaciones de gas boliviano. Y Brasil va a necesitar hacerlo si quiere crecer. Bolivia
lo sabe y se hace fuerte, como ya ocurrió en sus negociaciones con Argentina el año pasado.
El presidente boliviano llegó a las 11 de la mañana a Brasilia bajo una lluvia torrencial que le obligó a
entrar en el palacio de Planalto, sede presidencial, por una puerta lateral. La visita ?primera oficial,
aunque Morales ya se había encontrado dos veces con su homólogo, Luiz Inácio Lula da Silva, en
Brasilia y en Río de Janeiro? estuvo a punto de ser cancelada en el último minuto por parte boliviana.
Morales pretendía que durante su corta estancia en Brasil quedara definitivamente resuelto el asunto
del aumento del precio del gas que reciben seis Estados de Brasil, especialmente São Paulo, que
acapara casi el 90%.
Lula se opuso y prefirió que el debate se trasladara a las comisiones técnicas de ambos países, que
llevan ya dos años manteniendo difíciles negociaciones.
Lula, que siempre recibe a su colega boliviano con simpatía y benevolencia porque representa, como
suele repetir, “del país más pobre de Suramérica”, a veces se irrita con su “compañero y amigo”, sobre
todo cuando la oposición le exige mano firme cada vez que, según ella, Bolivia intenta humillar a
Brasil. Pero enseguida se le pasa el enfado. Considera ciertas exageraciones de Morales como
inexperiencias diplomáticas y basta una llamada de teléfono, como esta vez, para resolver el entuerto.
Lula tenía previsto dar a su colega boliviano la buena noticia de que el Banco Interamericano de
Desarrollo (BID) había decidido perdonar a Bolivia una deuda de 1.300 millones de dólares que
mantiene con dicha institución. Al mismo tiempo, Lula ofreció a Morales la ayuda de Brasil en campos
como la educación y la lucha contra la fiebre aftosa.
El Gobierno de Brasil presentó a Morales dos proyectos de gran envergadura: una generosa
financiación para la construcción de una autopista que una geográficamente a América del Sur; el
proyecto prevé un trazado desde La Paz hasta el norte de Bolivia para conectarse con la de Brasil-Perú.
Los fondos financiados se entregarán a las empresas brasileñas que estén dispuestas a llevar a cabo la
obra.
El otro proyecto se refiere al sector de infrastructuras, del que se beneficiaría Petrobrás: inversiones
para la construcción de un gasoducto en el sur del continente que sirva para aumentar la oferta de gas
que reciben Brasil, Paraguay y Uruguay.
Además, durante la breve visita de Morales se firmaron ayer 15 acuerdos bilaterales sobre diversos
campos, incluido el militar.
campos, incluido el militar.
© Diario EL PAÍS S.L. - Miguel Yuste 40 - 28037 Madrid [España] - Tel. 91 337 8200
© Prisacom S.A. - Ribera del Sena, S/N - Edificio APOT - Madrid [España] - Tel. 91 353 7900

2007-02-10

Gringo on tour


U.S. tries to win over Latin America's moderate left
Fri Feb 9, 2007 7:02 PM ET

By Kevin Gray

BUENOS AIRES (Reuters) - Worried about the growing influence of Venezuelan President Hugo Chavez, the Bush administration is trying to make friends with more moderate leftist leaders in Latin America, where anti-U.S. sentiment runs high.

UnderSecretary of State Nicholas Burns met Argentine President Nestor Kirchner on Friday and touted trade opportunities following a three-day visit to Brazil.

"We tend to focus on ... our friends in the region, and not focus too much on President Chavez," Burns said during a speech in Buenos Aires on Friday.

It is the latest in a string of high-level visits to Latin America, and President George W. Bush will go on a five-nation tour of the region next month.

The attention appears to signal that Washington is adjusting to political changes in a region where 12 elections last year saw a broad range of leftists come to power, including some who openly challenged U.S. policies.

"They're attempting to make up for a long stretch of neglect and Chavez has a lot do with that," said Michael Shifter, a Latin America analyst at the Inter-American Dialogue.

Polls show Bush is widely unpopular in the region, hurt by the Iraq war and his economic and trade policies.

Brazilian President Luiz Inacio Lula da Silva and Kirchner, have not always seen eye-to-eye with Bush and have repeatedly challenged U.S. trade policies on free trade.

But Burns said the two men are influential leaders that the United States wants to work with.

"I think both Argentina and Brazil are prepared to meet us half way and they'll be dealing with an American government that truly wants to listen and wants to get their ideas and advice," he told reporters earlier this week.

The U.S. has regional allies in Colombia, Mexico and Paraguay while Chavez, along with Cuba's Fidel Castro and Bolivia's Evo Morales, are fierce critics of Washington.

Brazil, Argentina and Chile sit between the pro-U.S. and staunchly anti-U.S. blocs.

In another sign of changing tactics, Washington also appears to be courting Morales, a close ally of Chavez who like the Venezuelan leader frequently decries U.S. "imperialism."

"The U.S. is trying to be a good friend to Bolivia," Burns said on Friday.

Bush will travel to Brazil, Uruguay, Colombia, Guatemala and Mexico on his March 8-14 Latin America tour.

But analysts say he may struggle to boost his administration's influence in Latin America given that he is now in the final two years of his presidency.

"There's not a lot they can do to restore trust and good will," Shifter said. "But they can maybe minimize the damage and close the big gap between what Washington cares about and what Latin America cares about."

2007-01-24

Kolombiya


Kolombiya ,aşağı, yukarı, Fransa nın iki katı büyüklüğünde bir ülke imiş.Başkenti Bogota.
Avusturya da nedense birkaç kere bana Kolombiya dan olup, olmadığımı sormuşlardı. Ben de şaşırmıştım. Ne alaka, diye. Ama alaka var. İnsan karşıdakilerin nasıl düşündüğünü sonradan anlıyor.
Birçokları için Türkiye 'tu kaka' ülke olduğu için ordan üniversite okumaya gelebilecek gençlerin olabileceğini bile tahayyül edemiyorlardı. Hele de bu kişiler ordaki klasik Türk kadını tablosuna uymayınca (ki bu genellikle başı kapalı hafif tombul bir tiptir. O yaşlarda daha tombul değildim tabii bende.:-) otomatikman başka bir ülke bulmaya çalışıyorlardı kafalarında.
Ben genellikle 'Raten Sie mal!' (Tahminde bulunun) diyordum klasik 'Woher kommen Sie?' (Nerden geliyorsunuz?) sorusunu duyunca.
Bazen bütün dünyayı sayıyorlar (Filipinler, Endonezya, Japonya (oha! diyorsunuz tabii içinizden, Latin Amerika nın bazı ülkeleri...) ama daha yakın coğrafya Türkiye akıllarına gelmiyordu. Söyleyince de şaşırıyorlardı.
İşte bu Kolombiya denince aklıma ilk gelen şeydir nedense... Çünkü aslında Kolombiya yı pek tanımam.
Orda Uribe yönetiyor. Bunu da biliyorum. Anladığım kadarı ile Washington ile iyi geçinmeye çalışıyor Uribe. Korku belası. AB ye bile bu kadar baskı yapabilmeleri beni şaşırtıyor bazen. AB içerisinde eminim herkes aynı derecede Amerikan taraftarı değil ama sıkıysa söyle bunu...
'Önünüze bakınız, hiçbir şey olmamış gibi yapınız.' (Zeki Alasya, Metin Akpınar ikilisinin kulakları çınlasın) Bu aralar bütün dünya böyle yapmaya zorlanıyor sanki.
Yukarıda verdiğim link bir Amerikan gazetesinden ama bence iyi bir yazı, içinde doğru şeyler var. Artı Amerika nın şu andaki politikası bence dehşet verici olsa da, bunu bütün herkese mal etmemek lazım.

19 Kasım 2007

www.eluniversal.com


UE reitera apoyo a mediación de Chávez por rehenes de la guerrilla colombiana

Bruselas.- Los cancilleres europeos dieron su apoyo hoy a las negociaciones del gobierno colombiano con la guerrilla para concluir un acuerdo humanitario que incluya la liberación de rehenes, y manifestaron su particular interés por las tratativas que encabeza el presidente Hugo Chávez, reseñó AFP.

En una declaración adoptada durante una reunión en Bruselas, los 27 miembros de la Unión Europea (UE) señalan que el bloque "sigue con interés los esfuerzos del gobierno colombiano, en particular con la colaboración del Presidente de Venezuela, y apoya el trabajo de todos aquellos comprometidos en la aplicación del derecho humanitario internacional en Colombia".

"La Unión Europea (UE) espera que se logren progresos mediante negociaciones entre el gobierno colombiano y los grupos armados ilegales en orden de alcanzar un acuerdo humanitario, y garantizar la liberación de todos los rehenes, poner fin al conflicto armado y llevar una paz duradera a Colombia", indica el texto.

El gesto político de la UE tiene lugar en vísperas de una visita de Chávez a París en la que el Jefe de Estado informará a su homólogo francés Nicolas Sarkozy sobre su mediación para un acuerdo humanitario que incluya el canje de secuestrados en poder de las FARC (Fuerzas Armadas Revolucionarias de Colombia) por rebeldes presos.

Entre los 45 secuestrados que el grupo guerrillero pretende canjear por unos 500 de sus militantes presos se encuentran la ex candidata presidencial colombiano-francesa Ingrid Betancourt y tres estadounidenses contratistas del Departamento de Estado de ese país.

Horas antes de su llegada a París, Chávez dijo estar "seguro" de que Betancourt se encuentra con vida, alimentado así las esperanzas de quienes desde hace cinco años luchan por la liberación de la ex-candidata ecologista a la presidencia colombiana, secuestrada en febrero de 2002.

El pasado 9 de octubre, la presidencia portuguesa de la UE ya había dado su apoyo a la mediación de Chávez ante las FARC en términos muy similares a la declaración difundida este lunes.

Un mes antes, en septiembre, varios eurodiputados habían pedido que la UE se involucrase más en la cuestión de los rehenes de la guerrilla en Colombia, en el marco de una visita a Bruselas del profesor colombiano Gustavo Roncayo, padre de un secuestrado de las FARC desde hace diez años.

notlar:
el rehen: rehine demek. İlginç değil mi? Nerden gelmiş Türkçeye ?

2007-01-10

Bugün


SAO PAULO, Jan 2 (Reuters) - Brazil posted a record $46.08 billion trade surplus for 2006 due to growing demand for the products it sells abroad, the trade ministry said on Tuesday.

Exports grew 16 percent in 2006 to $137 billion and imports rose 24 percent to $91 billion.

The government sees exports of $152 billion in 2007, a rise of 10.5 percent from 2006, the trade ministry said.

Bu yazı reuterin bir haberinden... Brazilya nın ihracatı ithalatından daha fazla ve bu da güçlü bir ekonomi göstergesi. Bu çok önemli birşey. Gayet de basit bir prensip bir ülkenin ekonomisi hakkında birşeyler söylemek için. Ama Türkiye de böyle birşey sanki yokmuş gibi yapılıyor. Zürafanın bile güleceği yalanlar allanıp, pullanıp, mantıklı imiş gibi sunuluyor... Kimse de bununla uğraşmak istemiyor...
Savaş tehlikesi bile daha çok prim yapıyor barışı korumak daha önemli iken... Türkiye Irak tan, Saddam dan, İran dan bahsediyor... Biraz geçte olsa... Ellerinde olsa o coğrafyayı ve kendi geçmişlerini yok sayacaklar... 'Oldu da bitti maşallah'' mantığı varya... Osmanlı vardı, bitti. Ama Osmanlı nın mirasının paylaşımı bile yavaş yavaş ve kanlı oluyor. Araplar iki ellerini kafalarına dayayıp düşünüyorlar mı acaba: 'Biz bu duruma nasıl geldik?' diye...
Osmanlıya ilk isyan edenler onlardı. Malum doğu insanı çıkarı için daha çabuk kandırılır ihanet konusunda... Bir ihanet ötekini izler, önemli olan bireysel çıkarlardır. Hep başkaları suçludur, onlar kurbanlardır ve intikam alınması gerekir...
Bu ilkel mantık Batı nın 'köklü ve derin' pornografik, teşhirci ve röntgenci geleneği ile birleşince bu günlerdeki derin entellektüel erozyon ortaya çıkar... Şu andaki tablo bence aynen İkinci Dünya Savaşı ındaki gibi Batı nın idealist geleneğinin askıya alındığı bir dönem... Batı nın da her yerin olduğu gibi çeşitli yüzleri var... Bir yüzü yok...
Ek 12.Ocak 07:
Bu iki konunun yani Brezilya ve Türkiye deki durumun birbiriyle ilgisi yok. Ama ikisi de medya üzerinden aynı gün bilincime girdi. Birisi internet üzerinden, ötekisi TV üzerinden. (Benim zihinde geçişimi sağlayan ekonomi konusunda Türkiye de söylenen yalanlar idi. Nerdeyse ithalat iyi birşeymiş gibi davranıyorlar. Bazı yerlerde 'ithal' diye üstüne yazıyorlar... Bazı yerlerde 'kendi ithalatımız' diye! Tarımı boşuboşuna mahvettiniz... Tarım ülkesi kalkınmaz diye birşey yok. İşte Brezilya tarım ülkesi. Avrupa da kaç yerde acaba çay, tütün, muz, kakao, kahve yetişir?)
Can Dündar ın programı (Saddam ve Irak) üzerine bence başarılı idi. Ayrıca Can Dündar ın normalde hiç haberimiz olmayan medyalardan insanlara yer vermesi benim çok hoşuma gidiyor. Mesela benim Yeniçağ Gazetesi nden Can Dündar ın Papa hakkındaki programından sonra haberim oldu. Aynen yine Kemal Çamurcu ismini ilk defa o programda duydum.
Türkiye nin kesinlikle ayrımcı davranmaması lazım. Kimlik politikası üzerine yürütüyor hala Avrupa herşeyi...Bunun ırkçılığa sebebiyet verdiğinin de farkındalar. Ama başka türlüsünü tanımıyorlar...