

'Marie Antoinette' 2006 Sofia Coppola yapımı bir film. Sofia Coppola yı 'Lost in Translation' filminden de tanıyoruz.
Marie Antoinette 1755 yılında Viyana da Hofburg da doğdu. Daha 14 yaşında annesi Marie Theres tarafından Fransız sarayına gelin olarak yollandı, uzun süredir savaşan Avusturya ve Fransa nın artık savaşmaması için... Evlilik politik bir hamle idi Kraliçe için. Bunu kendi kızı ile yapmış olması biraz(!) şoke edici.
Ama zaten 'asiller' ve 'köylüler' bu konularda hep aynı taraftadırlar. Birey yoktur, toplum vardır. Papa nın Brezilya da söyledikleri ile Anadolu nun köylerindeki cinsel programın birbiriyle benzeştiğini görebilirsiniz. Çünkü bunun dinden veya dinlerden çok sosyoloji ile ilgisi var. (klasik sağ ideolojinin temel taşlarınan biridir aynı zamanda, toplum bireyi ezer, geçer.)
16.Lui tahta çıktığında çok gençti ve artık çok da yapılacak birşey kalmamıştı.
Coppola nın filmi -sanırım bilerek- Marie Antoinette i bütün kötü ününe rağmen sıradan biri gibi göstermeye çalışıyor. Hatta 'içimizden biri' mantığı bile var filmde. Bazı yerlerde günün gençlği öyyyle zevk olsun diye kostüm balosu düzenlemiş gibi gözüküyor. (Tabii insanın akrabalarından biri Francis Ford Coppola oldu mu, insanın böyle bir lüksü olabiliyor.:-) Yani tarihi bir filmden çok bir kadının Marie Antoinette i nasıl gördüğünü film bize sanki anlatıyor. Film en ufak bir kötü sahne göstermiyor ama aslında Marie Antoinette in sonu kötü. Viyana da bir sarayda başlayan hayatı Paris te o zaman Place de la Revolution denen şimdi Place de la Concorde olan yerde giyotin ile başının kesilmesi ile (1793) bitiyor. İğrenç ve tüyler ürpertici. Hatta bu yetmiyormuş gibi bir de kesik başı sokaklarda gezdirmişler. İğrenç!
Böyle bir kötü son isyan çıktığı zaman bekleniyordu ama 16.Lui ve karısı kaçmıyorlar. En azından film onları öyle gösteriyor, tabii ben tarihçi değilim.
Ama tabii dikkat çekici olan doğumdan ölüme kadar vucütları toplumun malı kalıyor. Bu çok acı aslında. Bu da asil olmanın bedeli herhalde...
Nilüfer Göle güzel bir şekilde 'privacy' kelimesini 'mahrem' diye tercüme etti ama aslında bu tam doğru değil. Batı tarihinde 'mahrem' tanımıyor. Herşey göz önünde olacak çünkü kontrol ve hüküm etme isteği var toplumun birey üzerinde. Batı toplumları hala bu mantık üzerine kurulu... Mesela ben de şimdi düşüncelerimi yazıyorum. Onları 'public' yapıyorum. Olayın iki tarafı var, tek tarafı yok. Özgürlük gibi gözüken şey aslında kontrol isteğini kamufle ediyor...
24 saat kamera tarafından izlenen topluluklar da aslında bir zayıflık. Ama kimse bunu böyle görmüyor.
Yine ama bizim zavallı çiftimiz Marie Antoinette ve 16.Lui ye dönelim. Coppola nın filminde gerçekten zavallı ve masum gözüküyorlar. Bu da klasik tutucu bir bakış açısıdır Avrupa da. Biraz haklıdır ama yine de... Kral ve kraliçe olup 'Ben aslında politikadan hoşlanmıyorum, ben pasta yiyip, içki içip hayatımı yaşamak istiyorum' dersen, olmaz işte! Giyotini boylarsın! Yani devrimciler de kendi açılarından haklılar... Avrupa da hala (!) devrim eleştirmenleri ve taraftarları vardır. Tabii ben biraz basitleştiriyorum ve sivrileştiriyorum ama çünkü konuyu hiç bilmeyenlere anlatmak istiyorum...
Filmde ama 16.Lui ve Marie Antoinnette genç yaşlarında kaldıramayacakları bir yük almış iki iyi yetişmiş genç insan olarak portrelenmiş. Yani onların yerinde kim olsa aynı duruma düşecekti tek hataları kaçmamak gibi anladım ben filmi...Muhtemelen fazla anlam yüklüyorum bu şekerli, pastalı, pembe kostümlü sıradan teenie isteklerle ağır tarihi gerçeklerin ağına yakalanmış biyografiler için...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder