2007-01-23

From Istanbul



Bugün Hrant Dink in cenazesi vardı. Çok üzücü birşey. Bir kere ölüm çok acı. Bu hayattaki en korkunç şey. Ama sanal alemde (virtual life olarak da düşünüyorum ben bunu) ölüm yok. Gerçek yaşamda yok. Ölümün olmadığı yerde yaşam da olmaz. Yazı ölüm ile yaşam arasında bir yerde....Burda ölüm de yok, gerçek hayatta... Yazanlar ölmez benim için. Ama onlar yaşarken büyük fedakarlıklar da bulunmak zorunda kalırlar. Yazı ölüm ile hayat arasında disipline edici, baştan çıkartıcı roller oynayabilir.
Sevgili Hrant,

Seni tanımıyordum, ölümünden evvel yazılarını da okumadım. Çünkü aklıma gelmedi okumak. Sen beni Ermeni olarak değil insan olarak ilgilendiriyorsun şu anda. Yazan bir insan olarak. Ben de senin yerinde olabilirdim. Bu şehir (Istanbul) emniyetli bir yer değil, biliyorum. Küçük Avrupa şehirleri gibi herkesin poliste kaydı yok. Sonra seni bir yabancı, bir Trabzonlu vurdu. Olacak birşey değil. Hala ölmediğini düşünüyorum yazarken...Yazı beni ayrı bir bilinç şekline yönlendiriyor sanki...
O da seni tanıdığını zannetti yazı yüzünden... Biz çok mu yazı medeniyetinden uzak bir milletiz acaba?
Yüzyüze konuşmak isterdim. Bunun şu anda mümkün olmaması rezalet ama böyle işte...
Çok üzülüyorum; sıkılıyorum... İçimde çoook sıkıntı var... Istanbul da, Türkiye de Ermeni olmak zor olabilir ama Avrupa da Türk olmak da kolay değil. Hele Viyana da.
Ben de azınlık gazeteciliği yaptım... Ben de çoğunluğu hep 'seyircim' olarak düşünüyordum. Ama işte öyle olmuyor... Tarih yazı ile değişmiyor... Dünya da yazı ile değişmiyor. Senin, benim gibi saflar böyle şeylere inanıyor... Biz başka türlüsünü yapamadığımız için yazıyoruz... Yazıdan manasız beklentiler içerisindeyiz belki.
Yine de ölmene çok üzülüyorum. Haksızlığa uğramış oldun. Bunun tamiri yok.
Son yazılarının bazı yerleri beni çok düşündürdü... Psikolojik işkence... Evet ben hayatımdan, hapse girmekten korkmak zorunda kalmadım senin gibi. Ama eminim bana da orda daha fazla yer verseydi bu olabilirdi. Avrupa burdan daha iyi değil. Ben de her istediğimi söyleyemedim. Ben de haksızlığa uğradım ve daha yazmaya hazır olmadığım, kırıldığım gerçekler var Avrupa da yaşanmış...
Bugün Istanbul ama güzeldi. Güneş bugün bir başka güzel battı sanki. Eminim görsen hoşuna giderdi. Cenazen çok kalabalıktı. Çok insan ağladı senin için... Türk, Kürt, müslüman, yahudi... Karışık... Senin istediğin gibi.
Biliyorum sevilmek istiyordun ve kendini yeterince sevilmemiş hissediyordun bu hayatta... Yazılarında bunu sezinledim... Yazı ama insana ana-baba olmaz... Toplum hepsi aynı düşünen iyi insanlar topluluğu değildir... Hiçbiri... Nedense biz yazanlar toplumdan, yazıdan manasız beklentiler içerisindeyizdir hep... Sonra hep bir sınır gelir... Önümüze konur. Sınırı görünce daha bir delirir, daha bir hızlı koşarız ölüme...
Biz yazarken acaba ölmek mi isteriz?
Senden sonra ölecek olmamız bize sana karşı, fikirlerine karşı bir üstünlük sağlamaz.
Hepimiz üzüntülüyüz şimdi ölümü düşünürken, ölümünü düşünürken...
Ama belki bir tesellidir Istanbul da, güzel havada, bunca insanla birlikte olman... Eminim burda ölmeyi başka yerlerde yaşamaya tercih ederdin...
Yazılarında Avrupa yı 'hazır cennet', burayı bir cehennem olarak niteliyorsun. Avrupa Türkler için hazır cennet değil. Avrupa kimse için hazır cennet değil. Sana belki daha iyi davranırlardı ırkçı kimlik politikaları yüzünden ama sen bir süre sonra hiçbir şeyin zannettiğin gibi olmadığını görürdün ve şimdikinden beter olurdu halin... İdealist bir insan olarak sana hiçbir yerin yurt olamayacağını asıl o zaman anlayacak ve şimdilkinden beter olacaktın. Şimdi şanli, şerefli mazlum olarak öldün.
Avrupa da ölmezdi bedenin ama ruhun ölürdü... Ki bu bence asıl ölümden daha beter birşey.
Pişman olma bu toprakları terketmedin diye! Ailen de olmasın! Ama gidin, görün, yaşayın Avrupa yı. Sen Avrupa da Ermeni olacaktın, ben ise Türk ve Müslüman. (ki bu iki kimlik de benim kendimi 1.derecede nitelendirdiğm kimlikler olmasa da...) İkimizi Türk kimliği altında yaşatmazlar orda, işlerine gelmez.
Burda öldüğüne pişman olma. Biliyorum çok kahpece ve adice idi bu ölüm. Ama ben artık ölümün bizim elimizde olan birşey olduğunu düşünmüyorum...
Bu ülkede manyak çok. Eline üç kuruş verip adam öldürtmek mümkün. Evet bu kötü birşey benim de hiç hoşuma gitmiyor ama bu böyle... Ben buraya ilk geldiğim hafta Taksim de gerisin geriye koşmak zorunda kalınca sokak ortasında çok korkmuştum... Ama burda kimse korkmuyor... Bombalar, silahlar patlıyor ama insanlar yine de yürümeye devam ediyor... Hele o bombaların, silahların Avrupa dan, hele de Avrupa da
Avusturya dan geldiğini bilmek beni de belki seni üzdüğü gibi üzüyordu... Ama hiçbir şey yapamıyorsun, yapamazsın... Yazı ile politika yapılmaz... Yapılmıyor. Yaptırmazlar. Avrupa da burdan daha iyi değil sadece asayiş daha iyi korunuyor ve yazı konusunda ayrı bir kültür bilinci var. Ama orda da sınırsız özgürlük yok... Orda da ayrımcılık var.
Seni burda er olarak bırakmışlar. Haksızlık. Viyana da iş vermemek için uğraşıyorlar...
Viyana da Avrupa Birliği nin parasını ödediği sırf yabancılar için ayrılmış işleri ve paraları bile kendi halkından biriyle paylaşmayı marifet sayacak derecede ırkçı insanlar var. (ZİS) Hem orası askeriye değil, kaba. saba erkeklerin olduğu yerler değil oraları...
Güzel yüzlü, iki yüzlü sarışın ırkçılar var orda da. Onlar da bana ayrımcılık yapıyor Türk olarak. Ben birşey yapabilir miyim zannediyorsun?

Hiç yorum yok: