Yukarıda linkini verdiğim yazı NZZ den. Kaliteli bir İsviçre gazetesidir, aynı zamanda Almanca dilinde bence önemli ve güzel bir gazetedir. Genel olarak tarzını beğendiğim bir gazetedir. (Mesala Avusturya nın NZZ kalitesinde ve aynı derecede uluslararası bir gazetesi yok bence, lokal kalıyor ordaki gazeteler) Neyse, konu bu değil.
Yukarıdaki yazıda Rusya da ve Rus dilinde artan İslam düşmanlığından bahsediliyor. Benim bunu kontrol edebilecek kapasitem, yani Rusya dilini ve medyasını takip etme durumum yok, ama ben nedense Almanca konuşulan ülkeleri akrabalarım gibi hissederim. Bunca zaman Almanca dili ve düşünce dünyası ile içiçe olmak insana mutlaka bir tecrübe kazandırır.
Açıkçası ben Doğu da, yani Rusya da, Islam a karşı Batı daki kadar düşmanlık olduğuna inanmıyorum. Bir kere din duygusuna, olgusuna (bazen dinsel sebeplerden dolayı olsa da) uzak kalmayı yeğlemiş komünist bir geçmiş var.
Artı artık bugün Avrupa da sadece komünistlerin ve islamın paylaştığı sömürgeciliğe karşı bir bilinç var. İslam ve sol arasındaki her türlü yakınlaşma bu dünyayı sömüre sömüre doymayanları tiksindirecek bir fikirdir. Daha ortaya çıkmadan yok etmeye çalışırlar. Ki ortada da güçlü bir şekilde böyle birşey yok. Ama olsa iyi olurdu...Artı böyle bir düşünce şekli Huntington ın yeni Amerikan Rüya sının asıl anti tezi olurdu...
Orta Avrupa daki Islam düşmanlığı kendini Rusya daki kadar açık sözlerle belli etmeyebilir, bu onların daha zeki ve içten pazarlıklı olmalarındandır. (Linkini verdiğim yazı Rusya daki islam düşmanlığını eleştiriyor ama yazı maalesef bende sadece 'Eleştiren kim?' eleştirel sorusunu kışkırtıyor.) Sorun zaten islam değil, sorun din değil, sorun hammaddeler ve güç. Bunu hiç akıldan çıkarmamak lazım.
Amerika pek entelektüellerden haz eden bir ülke olmadığı için herhalde şu andaki hegemonik ideolojisi orta sınıf hristiyan ırkçılığına kadar indi. Almanca konuşulan ülkeler deki basın bu orta sınıf islam düşmanlığından gayet iyi para kazanıyor, politik olarak da işlerine geliyor bu ırkçılık... (Merkel in seçilmesinden görüldüğü gibi)
Hatta Türkiye deki eğitimli, bilinçli burjuvaya karşı köktendincileri besleme fikri de bazı Avrupa lıların fikri idi, çünkü geri kalmış bir islam rejimi Türkiye yi kendi içine hapsetmek olurdu. Türkiye de de İran daki gibi bir devrim olacağını bekleyenler vardı ama şükürler olsun ki olmadı. Yani islam düşmanlığı islam dininden kaynaklanan bir düşmanlık değil duygusal, bireysel ve yüzeysel olarak anlaşılabileceği gibi. Olay aslında hep aynı... 'Ham' yapılacak maddeler (:-) ve güç! Yani İslam ı da bir devleti zayıflatmak için kullanırlar, hiç problem değil.
Artı bir Dostoyevski, bir Tolstoy yoktur Almanca dilinde, bunu herkes biliyor. Bir Marx vardır ki çok kişiyi Almanya da yahudilerden tiksindirmiştir...Dostoyevski kadar büyük bir yazar tanımıyorum ben Almancada. En sevdiğim Almanca yazan yazar Hermann Hesse dir, ama o da Dostoyevski gibi değildir. Stefan Zweig zaten intihar etmek zorunda kalmış biri... Ki o da bence çok iyi bir yazardır ama Dostoyevski değildir.
Ben Tolstoy un 1904 te 'Hacı Murat' diye birşey yazdığını bilmiyordum. Yazıda bunun amaçlı olduğu yazılıyor, ki bu bence doğru değil.(Ayrıca ben Rusya Çeçenistan gerginliğinde Çeçenlerin tarafını tutmuyorum. ) Yazıda beni rahatsız eden Tolstoy a yakıştırılan düşünce şeklinin son derece bir Orta Avrupalı zihniyeti olması... (Kişiyi nasıl bilirsin, kendin gibi!) Yani 'Ruslar' için söylenen aslında çıkarcı akılcılığın son derece ilerlemiş olduğu içten pazarlıklı bir zihniyetin yansıması... Hatta kendi kendini ele vermesi...
Çıkarcı akılcılık (Edebiyat ve Felsefeyi kastediyorum günlük hayatı değil) ne Rusya da ne de Türkiye de, ne de dünyanın başka bir yerinde Batı da olduğu kadar gelişmemiştir. (Bunu şöyle de anlayabilirsiniz ne Ruslar ne de Türkler veya Batı dışı toplumlar yaptıklarını, yazdıklarını Batı kadar bilinçli yapmışlardır... Tesadüf, anlık heyecanlar ve hezeyanlar, düşünmeden söylenmiş şeyler her yerde, Batı da olduğundan daha fazladır.)
Bu blogda bilerek bu çıkarcı akılcılığın antitezi olmaya çalışıyor... Saçmalayarak... Dadaistlerin yapmak istedikleri gibi ama tam olarak da onlar gibi değil... Şekil olarak ilgi var ama içerik olarak değil...
Dostoyevski çıkarcı bir akılcılık ürünü değildi. Tam tersini yüceleştiriyordu... Epilepsi krizlerini o bir akıl hastalığı, bir akılcılık, bir mükemmelliyetçilik sorunu gibi görmüyordu. Tam tersine o krizlerin onun spriualite kaynağı olduğunu düşünüyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder