8 Mart Dünya Kadınlar Günü
Avrupa dan bakınca Türkiye den gelen kadınlar
Uzun zamandır kadın konusunda yazmak istiyordum. Özellikle Viyana daki tecrübelerimi…Bugün 8 Mart olduğu için yazıyorum.
***
Birgün laf olsun diye bir Almanca kursunda (ben Almanca öğretmenliği yaparken) sorduğum bir soru üzerine aldığım tepkiyi hiç unutamam… Benim soruyu sorma şeklim densizlikti belki ama açıkçası gerçekten dövülen kadınlar olduğuna inanmıyordum ben benim sınıfımda… Evet, belki başka yerlerde vardı ama o sınıfta yoktu.
Soru benden kaynaklanan bir soru değildi, şimdi bu soruya nasıl geldiğimi hatırlamıyorum… Bir de ben ‘Hayır, ne münasebet!’ cevabını alacağımı zannettiğim için gayet rahattım soruyu sorarken.
‘İçinizde dövülen, dayak yiyen oldu mu?’ diye gayet ‘dan dan’ (usturupluca değil manasında) bir şekilde sordum soruyu… Soru bile kötü aslında sorarken. Neyse…
Kısa ve insana üzüntü veren bir sessizlik oldu. O sırada ben herhalde bu soru böyle sorulmamalıydı, şimdi kimse de çıkıp ‘Evet, ben dayak yedim.’ demeyecek diye düşünürken, o kısa sessizlikten sonra (ki o sessizlik beni soruyu sorduğum moddan çıkartmıştı, baskıcı, bunaltıcı, kötü bir sessizlikti)
Birtanesi ‘Sen soruyu yanlış sordun, dayak yemeyen var mı?’ diye soracaktın dedi ve herkes güldü….
***
İşte durum bu kadar acı. Ben gerçekten üzüldüm ve inanamadım. Daha fazlasını anlatmıyorum. Bir kadın da mesela bir akrabasının kendini balkondan attığını anlatmıştı… O da berbat bir hikaye idi…
***
Başka bir sınıfta yine aynı soru ve bu sefer genç bir kız annesinin kuşağında herkesin dayak yediğini ama kendi kuşağında böyle birşey olmadığını söyledi. Genç kızın kendinden bu kadar emin konuşması beni üzdü. İnanamadım. Hala da inanamıyorum… İnanılmaz olan başka bir konu da bu genç kadına annesinin kuşağında dayak yemenin normal gözükmesinin benim soru ve bakışlarımla normal gözükmekten çıkması ve de bu acı gerçekten doğan şiddettin kısmende benim üzerime odaklanması idi. ‘Tüh keşke sormasaydık.’ havasını estiren bir üzüntü ve şiddet dalgası esti sınıfta…
***
Başka bir konuşmada ‘Ben başörtüsüne de, mini eteğe de karşı değilim.’ dedim diye bir tanesi sınıfı terketti. Mini etek olmalı ve çok güzel birşey diye ısrar ettiğim için…Başı örtülü, yeni evli, gayet de mutlu gözüken bir genç kız idi…Niye öyle davrandığını anlayamadım…
***
Viyana daki sığınma evlerinin çoğu Türkiye den gelen kadınlar ile dolu. Bu Türkiye için bir utançtır, böyle de algılanması gerekir. (Bu konudaki bir hikayeyi daha sonra yazmayı düşünüyorum)
***
Türk burjuvası Viyana ya ayak bastığı andan itibaren kendini ‘öteki Türkler’ den ayrı bir yere koymak, oturtmak ister. Kendisinin ‘üstün’ olduğunu düşünür ve aptallar dışında ‘aklını kullanmayı bilen’ herkes üstündür Türk burjuvası için….
Türk burjuvası kendini pasaportuyla değil, giydiği şeylerin markası, yanında taşıdığı kartlar ile genellikle identifize (özdeşleştirmek) etmek ister. Diyeceksiniz ki ‘Her yerde zengin ve fakir var. Türk kadınlarının Viyana daki halinden bize ne?’ (Olay ‘zengin ve fakir’ olayı değil, aşırı basit düşünüyorsunuz. Gazetecilerde bile bu illet var. )
Birçoğunuzun aynen böyle düşündüğünü biliyorum, ama devlet dediğiniz şey sosyal bir oganizasyondur. Yurtdışındaki orta sınıf Avrupalı Türkiye den gelen bu ‘abızıttın’ tipleri gördükçe (yani birbirine zıt tipler diyelim :-) kendi kendine burdan haklı bir sonuç çıkartıyor.
‘Türkiye de sosyal adalet yoktur.’ sonucunu çıkartıyor. (Tabii bu sonuç birçok orta sınıf Avrupalı nın kapasitesini zorlayabilecek kadar entellektüell olabilir şu sıralarda. Şu zamanlarda doğrudan ‘Türkler müslümandır, müslümanlar kadınları ezer ve döver.’ sonucunu çıkartan da var, medyasal ve politik konjünktüre bağlı olarak)
Bir ülkenin en iyisini değil, en kötüsünü ölçü alırsanız ortaya haliyle başka bir tablo çıkar. Ama ne iyisi, ne de en kötüsü ölçü sayılmamalıdır bence… Türk burjuvası Türkiye nin en iyisini, Avrupalı lar da en kötüsünü ölçü almaya çalışırlar. İkisi de bence doğru değil.
Hatta mesela dövülen kadınlar Kürt ise bile yabancı basın onları ezilen Türk kadını diye verir. (Mesela Alman bir televizyoncu bilerek Türkiye nin en doğusundaki aşiret reisleriyle kadın hakları üzerine bir program yapmıştı.(keh keh) Kürt olduklarını kendisi biliyordu ama Almanya da ‘Kürtler’ ‘ cici mazlumlar’, ‘Türkler’ ise ‘tü kaka yamyamlar’ palavrasıyla pazarlandığı için medyada, bu yolu seçti. En adi cinsinden küçük burjuva hiristiyan ırkçısı idi.) Ama sonra aynı kadınlar Avrupalı basın da kahraman Kürt anneleri veya stalinist savaşçılar diye çıkar. (keh keh)
Ki bu kadınların çoğu (anlatılanlara göre, gidip görmüş değilim) ) tek kelime Türkçe bilmeyen, okuma yazma da bilmeyen yerin altında bir yerde çocuk bakan bir tür ucuz ve zavallı işçi konumunda insanlar… Türkiye de, özellikle hala aşiret toplumunu sürdürecek derecede ender geri kalmış topluluklardan biri olan Kürt topluluklarda göze çarpan bir tablo bu. Türk veya Kürt olmanın dışında doğu aşiretlerine özgü toplumsal strukturlar var orda kadınların üzerinde baskı oluşturan…
Mesela dayak, tecavüz, erkek çocuk doğurmayınca kadına yöneltilen suçlama hep bu topluluklarda oluyor genellikle. Ama Avrupalı Basın kadın hakları söz konusu olunca bölgeyi ‘Türklerin’ son zamanlarda ‘müslümanların’ sorunları olarak, erkeklerin hakları söz konusu olunca bölgeyi Kürtlerin (hatta daha da iyi pazarlayabilmek için eskiden ‘stalinist savaşçılar’ derlerdi) bağımsızlık savaşı bölgesi olarak veriyor… Keh keh…J Ne kadar tarafsız ve adaletli… Keh keh…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder